Yeni

Myken Uygarlığı ve Troia(Truva) Savaşı


Myken Uygarlığı

İ.Ö. 14. Ve 13.yüzyıllarda en üst seviyesine ulaşan Myken uygarlığı, adını Peloponnessos adasındaki Mykenai kentinden alır( Mykenai’daki “ai” bitimi, Yunanca’da çoğul ekidir Yani Mykenler anlamına gelir). Girit saray uygarlığının depremler ve dev dalgalar sonucunda çökmesi, Mykenlerin Girit’i istila etmesini kolaylaştırdı. Adayı istila eden Mykenler, Girit’i kolonize ettiler ve kısa zaman bir süre sonra da Ege dünyasının ticaretini ele geçirdiler. Girit’in yanı sıra Batı Anadolu’da birçok yerde Myken seramiklerinin bulunması bunun kanıtıdır. Hatta belki de onlar, batı Anadolu’nun bir bölümünü ve adaları içine alan siyasal bir hâkimiyet kurdular. Zira 20den fazla Hitit çivili tablette Ahhiyyava adına rastlandı.

Hitit çivi yazılı tabletlerden anlaşıldığı kadarıyla, siyasal anlamda Hitit Krallığı’na denk olan Ahhiyyava devletinin, Akhalar olduğu teorisi geçerliliğini korumaktadır. Ancak bu tabletlerin başkenti Mykenai olan bir Akha devletini kastedip kastetmediği belli değildir.
Homeros destanlarından da anlaşıldığı kadarıyla, Myken dönemi Akhaları savaşçıydı. Kahramanlık toplumun değer yargılarının en başında geliyordu. Bu nedenle Myken merkezli Akhaların tarihinin bu yüzyıllarına Akha Kahramanlık Çağı da denilmektedir. Bu çağda onlar, aralarında gevşek bir siyasal bağ olan kent devletleri kurmuşlardı. Bu kent devletleri, vanaks ya da basileus ünvanı taşıyan feodal beyler ya da kralların yönetimi altındaydı. Bu kentlerin en güçlüsü Mykenai kentiydi.
Myken kentlerinin kralları bir düşmana karşı ortak sefere çıkabiliyordu. Bu seferlerin en ünlüsü Anadolu’nun batısında, stratejik anlamda önemli bir ticaret noktası olan Troia seferidir. Bu sefer, Homeros’un İlyada adlı destanının konusunu oluşturur.

Troia Savaşı

Troia, eski adı Hellespontos olan bu günkü Çanakkale boğazının girişindeki Hisar Tepe’dir. Bu tepede kurulmuş olan Troia kentinin Akhaların saldırısına uğramış olduğu zamandaki kralının adı Priamos’tu. Kral Priamos’un kenti Troia’nın Akha saldırısına hedef olmasının nedeni, hiç kuşkusuz ticaret idi. İ.Ö. 13.yüzyılın zengin kralı Priamos, muhtemelen Akhaların Karadenize açılan ticaret gemilerine korsan saldırılar yaparak yağmalıyor ve onlardan haraç alıyordu. Ancak antik kaynakların anlattığı efsaneye göre bu savaşın nedeni ticari değil, tanrıçaların güzellik yarışmasıyla ilgili efsaneden görüleceği üzere bir kız kaçırma olayıydı.


Efsaneye göre;
“Paris, Troia kralı Priamos ile onun karısı Hekabe’nin en küçük oğludur. Kraliçe doğumdan birkaç gün önce rüyasında karnından çıkan dev bir alevin Troia kenti surlarını sardığını ve sonunda tüm kentin yandığını görür. Rüya yorumcuları kraliçenin rüyasını iyiye yormazlar. Onlara göre doğacak çocuk Troia kentinin yıkımına neden olacaktır. Bunun üzerine kral Priamos, bebek dünyaya gelince onu alır ve İda Dağı’na yani bugünkü Kaz Dağı’na götürüp ölüme terk etmesi için uşağına teslim eder. Uşak kendisine verilen emri eksiksiz yerine getirir. Böylece çocuk vahşi hayvanlar tarafından yok edilecek, Troia kenti de kötü kaderinden kurtulmuş olacaktı. Ancak bir dişi ayı çocuğu görür ve emzirir. Bir süre bebek bu ayının sütüyle beslenir. Sonra bir çoban onu bulur ve evine götürerek diğer çocuklarıyla birlikte büyütür. Fakat bu çocuk, diğerlerinden daha güzel, daha yetenekli ve daha yararlıdır. Çoban, hayvanlara iyi bakan çocuğa “koruyucu” anlamına gelen “Alexandros” adını verir. Delikanlı oluncaya kadar yaşamını iyi bir çoban olarak sürdüren Paris(=Alexandros), bir gün kendisinin Olymposlu üç tanrıçanın güzellik yarışmasının hakemi olarak teyin edildiğini öğrenir. Nifak tanrıçası, bir gün tanrıçaların kıskançlığını kabratmak için çıkar ortaya. Tanrıçaların hiçbirisi kendisinin diğerinden daha çirkin olduğunu kabul etmez. Baştanrı Zeus’un karısı olan tanrıça Hera en güzel tanrıçanın kendisi olduğunu söyler. Kentlerin koruyucusu ve akıl tanrıçası Athena ile aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodit’e göre ise, en güzel tanrıça kendileridir.

Sonunda sorun baş tanrı Zeus’a götürülüp ondan hakemlik yapması istenir. Ancak Zeus bu işe bulaşmaz ve sorunun çözümünü bir ölümlüye havale eder. Zeus’un hakem olarak seçtiği bu ölümlü, İda dağında yaşayan bir çoban olan Paris’tir. Hakem olarak seçildiğine dair haberi Paris’e, tanrı Hermes verdi. Hermes, Zeus’un talebini Paris’e ilettikten sonra ona bir elma verdi. Paris bu elmayı hangi tanrıçayı güzel bulursa ona verecekti. Tanrıçalar, Paris’e güzellik yarışmasını kazanabilmek için güçleri ve yetenekleri ölçüsünde rüşvet teklif ettiler. Hera, Asya krallığını vadetti. Athena, sonsuz akıl ve başarı teklif etti. Aphrodite ise dünyanın en güzel kadının aşkını vereceğini söyledi. Bu kadın ise Sparta kralı Menelaos’un karısı Helena idi. Güzellik yarışmasının yapılacağı tarih de belirlenmişti. Ancak Paris, yarışma günü gelmeden önce Troia’ya gitti ve burada yapılan oyun ve yarışlara katıldı. Kral Priamos’un kentine yıkım getirecek süreç burada başlar. Oyunları ve yarışları izleyen kral ve kraliçe başarılı yarışçı Paris’e kalpten bir yakınlıkduyarlar. Kim olduğunu araştırdıklarında anlaşılır ki, Paris İda dağına ölmesi için terk ettikleri oğullarıdır. Artık Paris, İda dağında bir çoban olarak değil, sarayda prens olarak yaşamaya başlar. Ancak, güzellik yarışmasının günü gelmiştir. Paris tanrı Zeus’un kendisine vermiş olduğu görevi yerine getirmek için hazırlanır. O gün gelince Paris, güzel tanrıçaların karşısına çıktı. Her biri süslenmiş, Paris’e güzel görünmek için her şeyi yapmıştı. İlk ikisi elmayı ondan almayı başaramadı. Ancak Paris, Aphrodite’nin güzelliği karşısında tutulmuştu ve elmayı Aphrodite’nin eline bırakıverdi. Tanrıçaların en güzeli seçilen Aphrodite, söz verdiği gibi Paris’e Helena’nın aşkını verdi. O da bir gemi hazırlatıp, Peloponnesos’a gitti. Bu adada hüküm süren Menelaos’un sarayında konuk olarak ağırlanan Paris, kendisini misafir eden kralın güzel karısı Helena’yı alıp, Troia’ya kaçırdı. Bunun üzerine kral Menelaos, Mykenai kentinin kralı olan kardeşi Agamemnon’a başvurdu. Karısını geri almak için Agamemnon’dan Troia’ya sefer düzenlenmesini istedi. Çünkü Agamemnon, Yunanistan’daki Akha krallarının en güçlüsüydü. Agamemnon, diğer kentlerin krallarına, Troia’ya yapacağı sefere katılmaları için haber gönderir. Sonuçta 1200 gemilik bir Akha donanması yol çıkar. Kral Priamos, oğlu Paris’i seven Helena’yı iade etmeyince 10 yıl sürecek savaş başlar. Nihayet, İthake kralı Odysseus’ın yaptığı dev bir tahta at, Troia’ya yıkımı getirir. Troia’ya tanrıçaların armağanı olarak sunulan bu at, aslında bir tuzaktı. İçine en seçkin Akha savaşçıları yerleştirilmişti. Tahta at, kent surları içine alınınca, içindeki savaşçılar tahta atın karnından çıkıp kapıları açtılar. Böylece dışarıdaki Akha savaşçıları kente girdi ve uyku halinde olan Troialıları katledip kenti yakıp yıkarlar. Böylece Menelaos, karısı Helena’yı da alıp ülkesine döner.”

Efsaneye göre olaylar bu şekilde gelişti ve savaşın sonucu tamamen kaderdi. Bu kadere tanrılar bile alet oluyor, kadere karşı gelinemiyordu. Başka bir ifadeyle kadere baş tanrı Zeus bile karşı gelemiyordu. Kadere karşı Zeus’un bile boyun eğmek zorunda kaldığı, Troia savaşının Akhalı komutanı Akhilleus’un soyu ile ilgili efsanede de açıkça görülmektedir. Efsaneye göre Akhilleus’un annesi deniz tanrısı Nereos’un kızı tanrıça Thetis’dir. Bu tanrıçaya hem tanrı Zeus hem de denizlerin tanrısı Poseidon âşık olmuşlar, ancak onlar bir kâhinin haberinden korkarak onunla evlenmekten vazgeçmişler. Zira kâhine göre tanrıça Thetis’ten doğacak çocuk kaderin buyruğuyla babasından daha güçlü olacaktı. Bu yüzden tanrılar, tanrıça Thetis’in bir ölümlü ile evlenmesinin kendileri için daha iyi olacağına karar verirler ve ona koca olarak Pthia kentinin hükümdarı Peleos’u seçtiler.

İlyada destanında da tanrıça Thetis, oğlu Akhilleus’a hep yardım eder. Bir gün oğlu Akhilleus için demirci tanrı Hephaistos’dan silah istemek için gittiğinde ise, bir ölümlü ile evlendirilmiş olmasından duyduğu üzüntüyü bu destanda şöyle ifade eder: “ Söyle bana Hephaistos, Olympos’daki tanrılar arasında/ yüreği benim gibi acılı var mı?/ Zeus yalnızca bana verdi acıları/ bunca deniz tanrıçasından yalnızca beni layık gördü bir ölümlü kocaya, Peleus’a/ katlandım bir adamın yatağına girmeye/ istemeye istemeye tiksine tiksine.”

Troia Savaşı, İ.Ö. 1240-1230) meydana geldi. Homeros’un son 51 gününü anlatmış olduğu bu savaşın başkomutanı Agamemnon’du. Diğer Akha feodal kentlerinin kralları onun müttefikiydi. Başka bir ifadeyle Agamemnon, diğer Akha krallarını egemenliği altına almış güçlü bir kral değil, yalnızca “primus inter pares” yani eşitler arasında birinci idi.
Agamemnon’un başkomutanlığını yaptığı Akha ordusu, kampını Troia kentinin etrafına kurdu. Ancak zaman zaman eski adı Propontis olan Marmara Denizi’nin güney kıyılarından, güneydeki Likya bölgesine kadar batı Anadolu kıyı bölgesindeki yerleşmeler de onların saldırılarına uğradı. Anadolu’nun bu kesimindeki halklar da Akhalara karşı Troia kenti kralı Priamos’a yardım ettiler. Başka bir deyişle bu savaş, kimi tarihçilerin dediği gibi bir doğu-batı savaşıydı. On yılın sonunda kazanan taraf Akhalar oldu.


Savaşın sonunda Helena ile kocası Menelaos, Yunanistan’a dönek üzere diğer Akhalılar ile beraber Anadolu’dan ayrıldılar. Yunanistan’a dönüş kimi Akha savaşçıları için ya mümkün olmadı ya da çok güç oldu. Homeros’un Odysseia destanı, Odysseus şahsında Akhaların geri dönüşünü anlatır. Tahta atın mucidi Odysseus, evine hemen dönmeyi başaramayanlardandır. Onun gemisi fırtınaya kapılmış ve bu yüzden o Ege ve Akdeniz adalarına, kuzey Afrika kıyılarına sürüklenmiş, bu topraklarda ve açık denizlerde birçok macera ve sıkıntı yaşadıktan sonra evine dönebilmiştir.  Ancak evinden ayrılışıyla evine dönüşü arasında tam 20 yıl geçmiştir. Bunun on yılı Troia savaşında, diğer on yılı da dönüş yolculuğunda harcanmıştır. Öte yandan bu yolculuğun bu kadar uzun sürmesi, muhtemelen destanda anlatıldığı gibi fırtınalar olmasa gerektir. Belki Odysseus, deniz ticareti yapan bir tüccar veya belki de korsandı. Odysseus’unkine benzer bir maceralı yolculuğu da Troialı bir soylu savaşçı olan Aeneas yaşamıştır. Yıkım ve katliamdan kurtulmayı başaran Aeneas, ailesiyle birlikte denize açılmış uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra İtalya’nın Latium bölgesinde karaya çıkmıştır. Efsaneye göre Roma’nın kurucusu Romulus, Aeneas’ın soyundan gelir. Aeneas’ın destanı İ.Ö. 1. Yüzyılda yaşayan Romalı ozan Vergilius tarafından yazıldı. Vergilius’un bu destanının adı da kahramanı gibi Aeneas’dır.

Alman maceraperest Heinrich Schiliman’ın Traia’da başlattığı kazı çalışmalarına kadar, Homeros’un anlattığı Troia savaşı tamamen kurgusal olarak yorumlanıyor böyle bir olayın yaşandığına inanılmıyordu. Ancak elinde Homeros’un destanlarını alarak Troia’yı arayan Schiliman, bu kentin bugünkü Hisarlık Tepe olduğunu keşfetti ve burada kazılara başladı. Sonuçta kazıları amatörce yapmış olsa da kral Priamos’un hazinesine ulaşmayı başardı. Ele geçirdiği hazineyi ülkesine götürdü. Troia kazıları daha sonra profesyonel arkeologlarca sürdürüldü.

Troia savaşı sonrası Myken uygarlığı birden bire çöktü. Linear B yazısı her ne olduysa unutuldu ve Ege havzasında İ.Ö. 8. Yüzyıla kadar yazı kullanılmadı. Bu yıkımın sebebi ise Dorların istilasıydı. Dorlar, tüm Ön Asya’yı alt üst eden Ege göçleri çerçevesinde Yunanistan’a girip, bu ülkeyi istila eden Hint Avrupalı kavimdir.


Hiç yorum yok