Kanuni'nin Şehzadeleri (Saadet DAĞ)
GİRİŞ
Kanuni’nin Şehzadeleri
Türk Devletlerinde, bilhassa Osmanlı Devleti’nde şehzâdelerin mühim bir
yeri vardır. Şehzâdeler padişahtan sonra tahtın mutlak vekili olarak
görüldüğünden dolayı ayrıcalıklı eğitimle yetişirler idi. Bir şehzâdenin
nitelikli olarak eğitilmesi, ”Devlet-i Aliyye’nin” bekası için mühimdir. Bu
nedenle şehzâdelere özel “lala” adı verilen hocalar tayin edilirdi ve bu lalalar,
onların devlet yönetiminde tecrübe edinmeleri hususunda padişaha sorumlu idiler.
Kanuni’nin oğulları olan şehzâde Mustafa, Mehmet, Selim, Beyazıt ve Cihangir de
bu denli bir eğitimden geçmişlerdi. Lakin daha Kanuni ölmeden oğulları arasında
taht varisi olabilmek için çekişmeler başlamış.
Bilhassa öz kardeş olan şehzâde Selim ile Beyazıt arasındaki çekişme baş gösterdiği sırada, olaya müdahil olan saray entrikaları sonucu olarak şehzâde Mustafa’nın idamı döneme damgasını vurmuştur. Akabinde ağabeyinin vakitsiz ölümüne dayanamayan ve henüz doğduğunda hastalıklı olan şehzâde Cihangir’in ani ölümü, hükümdarlığının yanı sıra aynı zamanda da bir baba olan Kanuni’nin yüreğinde tabiplerin derman olamayacağı yaralar açmıştır. Bu çalışmamız içerisinde, Kanuni döneminde cereyan eden hanedan içi kıyımları ele alırken, diğer taraftan da Haseki Hürrem Sultan ve Vezir Rüstem Paşa’nın entrikalarının şehzâde Mustafa’yı ölüme götüren tılsımlı bir yol olduğundan bahsetmiş bulunduk. Çalışmamız neticesinde ivedilikle dikkat ettiğimiz nokta, dönemin şartlarını göz önünde bulundurarak, cereyan etmiş olan vakaları bir nebze olsun aydınlatabilmektir.
Bilhassa öz kardeş olan şehzâde Selim ile Beyazıt arasındaki çekişme baş gösterdiği sırada, olaya müdahil olan saray entrikaları sonucu olarak şehzâde Mustafa’nın idamı döneme damgasını vurmuştur. Akabinde ağabeyinin vakitsiz ölümüne dayanamayan ve henüz doğduğunda hastalıklı olan şehzâde Cihangir’in ani ölümü, hükümdarlığının yanı sıra aynı zamanda da bir baba olan Kanuni’nin yüreğinde tabiplerin derman olamayacağı yaralar açmıştır. Bu çalışmamız içerisinde, Kanuni döneminde cereyan eden hanedan içi kıyımları ele alırken, diğer taraftan da Haseki Hürrem Sultan ve Vezir Rüstem Paşa’nın entrikalarının şehzâde Mustafa’yı ölüme götüren tılsımlı bir yol olduğundan bahsetmiş bulunduk. Çalışmamız neticesinde ivedilikle dikkat ettiğimiz nokta, dönemin şartlarını göz önünde bulundurarak, cereyan etmiş olan vakaları bir nebze olsun aydınlatabilmektir.
Şehzâde nedir?
Farsça şâh ile (şeh) (hükümdar) zâde (oğul) kelimelerinden meydana gelen
şehzâde hükümdar (padişah, halife, sultan vb.) oğlunu ya da bunların ailesinden
gelen erkek çocukları ifade eder. Daha çok Osmanlılar’da yaygın olan şehzade
tabirine başka adlarla da olsa bütün İslâm ve Türk devletlerinde
rastlanmaktadır.Devlet merkezinde hakanlara vekalet eden, Erkan, Sagun gibi
unvanlar alan İligler ve tekin diye anılan şehzadeler geliyordu. Karahanlılar’da
şehzadelere “tegin ve tegit adı verilirdi. Selçuklularda hükümdarın oğluna
"melik" denmekteydi. Gazneliler’de sultanların erkek çocuklarına
“hudâvendzâde, melikzâde” adı verilir, hanedanın bütün erkek çocukları için
emîr unvanı kullanılırdı.
Şehzâdelerin Doğumu, Sünnet Töreni ve Şehzâde Alayı
Osmanlı
sisteminde geleceğin hükümdarı olma şansları eşit sayılan şehzadelerin
doğumlarının sarayda büyük bir sevinçle karşılandığı bilinmektedir. Padişahın
çocukları kimden doğarsa doğsun aralarında ayırım yapılmazdı. Şehzadelerin
doğumu bir hatt-ı hümâyunla veziriazama bildirilir, keyfiyet topları atılmak
suretiyle halka ilân edilir, top atışları yapılır, şenliklerle kutlanırdı.
Memleketin her tarafına fermanlar gönderilir, mahkeme sicillerine kaydedilirdi.
Bu vesileyle sarayda devlet ricalinin ve yüksek memurların katıldığı tebrik
töreni düzenlenirdi. Yeni doğan şehzadelerin hizmetine usta denilen yirmi kadar
cariye verilir, annesi de bakımına nezaret ederdi. Sütten kesilme döneminde
maiyetlerine üç has odalı tayin edilir, en yaşlısı baş lala olarak anılır, onun
emri altındaki hadım ağaları lala unvanı taşırdı. Şehzade beş altı yaşına
gelince kendisine bir hoca tayin olunarak, merasimle derse başlardı. Genellikle
iki aşamadan oluşan şehzade eğitimlerinin birinci aşaması, saray içindeki teorik
eğitimi kapsardı. İkinci aşama ise, sancağa çıkarılmalarıyla başlayan pratik
eğitim dönemiydi.
Şehzâdelerin
sünnet töreni de, doğumları gibi büyük şölenlerle kutlanırdı. Bu kutlamalara
sadece ülke sınırları içerisindeki beyler değil, komşu ülkelerin hükümdar ve
beyleri de davet edilirlerdi. Büyük ziyafetler verilirdi. Bu törenlerin en
büyük özelliklerinden biri de, Osmanlı hükümdarının kuvvet, kudret ve
zenginliklerini gelen misafirlere göstermesi idi. Boudrel, Osmanlı
şehzadelerinin sünnet törenlerinin düğünlerinden daha debdebeli olduğunu söylerken,
sünnet törenlerine “Ruh Düğünü” adını verir. On on iki yaşına gelen şehzâdeye
ayrı bir daire verilirdi. Akabinde devlet tecrübesi kazanması ve merkezde
kalmaması için şehzâde, bir sancağa yönetici olarak gönderilirdi. Yanına lala
denilen tecrübeli ve padişaha bağlı bir devlet adamı tayin edilirdi. Bu lalalar
şehzâdelerin, devlet yönetimi hususunda iyi bir eğitim almasından sorumluydu.
Selçuklularda bu kuruma “atabeylik” denilirdi. Ancak atabeyler, lalalara
nazaran siyasi yetkisi daha fazla olan kimselerdi. Şehzadelerin vazifeleri
başına gitmek üzere merkezden ayrıldıkları sırada yapılan merasime “şehzâde
alayı” denilirdi. Şehzade alayında maiyetine verilen yeniçerilerle memurlardan
başka sipahi, silahdar, sekban, solak ve peykler ile kendisine has ahır
hademeler, kiler hizmetkârları, matbah ve saire ile iki bin kişiyi bulan bir
grup eşlik ederdi.
Babasının
Saruhan sancak beyliği sırasında Manisa’da doğdu.(1515). Annesi Süleyman’ın ilk
gözdesi olan Mâhidevran’dır. İlk çocukluk yılları Manisa sarayında geçti.
Babasının 1520’de tahta çıkışının ardından annesiyle birlikte İstanbul’a gitti.
Kendisinden önce doğan kardeşleri Mahmud ve Murad’ın ölümü üzerine büyük
şehzade olarak sarayda itina ile yetiştirildi ve iyi bir eğitim aldı. Daha
dokuz yaşında iken Venedik elçisi onun son derece yetenekli olduğunu, büyük bir
savaşçı olacağını, yeniçeriler tarafından çok sevildiğini yazar. Ancak Hürrem
Sultan’ın devreye girişi, padişaha yeni erkek evlâtlar vermesi ve annesinin
gözden düşmesi durumunu sarstı. 1530’ta kardeşleri Mehmet ve Selim ile birlikte
sünnet edildi. On sekiz-yirmi gün kadar süren şenlikler ve ziyafetler ile
düğünleri göz kamaştırdı. Akabinde 20 yük akçe ile 1534’te Saruhan sancak beyi
sıfatıyla Manisa’ya gönderildi.
Kanuni’nin Şehzâdesine Nasihatı
Şehzade
Mustafa’nın Manisa sancağına gönderilişi sırasında Sultan Süleyman’ın oğluna
verdiği nasihat,aslında Hz. Ali’nin, oğlu Hz. Hasan’a verdiği nasihatlerdir ve
kendisinden evvelde Şeyh Edebâli tarafından büyük dedesi Osman Gazi’ye verilmiş
olan nasihatların ta kendisidir.
Zenginliklerin
en büyüğü akıldır,
Fakirliklerin
en büyüğü ahmaklıktır,
Vahşetin en
büyüğü kibirdir,
Meziyetlerin
en büyüğü güzel ahlaktır,
Ahmaklarla
arkadaş olma,
Yalancılarla
dost olma,
Cimrilerle
arkadaşlık kurma,
Dine lakayt
olanlarla dostluk kurma!
Şehzâdenin
Manisa’ya gönderilişi, onun babasının yerine taht için en kuvvetli aday olarak
görüldüğünü ortaya koyar. Fakat muhtemelen gerek kendisini himaye ettiği
anlaşılan babaannesi Hafsa Sultan’ın ölümü (940/1534) gerekse iyi ilişkiler
içinde bulunduğu Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa’nın katli (942/1536) geri plana
düşmesine ve Hürrem Sultan’dan olma kardeşlerinin öne çıkmasına yol açtı.
Şehzade Mustafa, Manisa’da sekiz yıl süren idareciliği sırasında halk arasında
iyi bir intiba bıraktı. Bu hılâlde, oğlu Mehmet 1543’te iken 22 yaşında çiçek
hastalığından öldü. Hürrem bu olaydan sonra Selim’i tahta çıkarmaya karar verdi
ve Süleyman’ı, Mustafa’ya karşı doldurmaya başladı. Kanûnî Sultan Süleyman,
muhtemelen Hürrem Sultan’ın da etkisiyle ona karşı daha Manisa’da iken soğuk
davranmaya başlamıştı. Öte yandan Hürrem Sultan’la iş birliği yapan Rüstem Paşa
da Mustafa’yı İran Şahı I. Tahmasb ile gizlice irtibat kuran bir “hain”
durumuna düşürmek için bazı tertiplere başvurdu. Şehzadenin mührünü kazdırıp
görünüşte onun ağzından yazılan bir mektubu Şah Tahmasb’a göndertmiş, şahın
buna verdiği cevabı da yolda ele geçirerek Kanûnî’ye sunmuştu Bir Venedik
kaynağına göre de Şehzade Mustafa’ya babası adına zehirli hil‘at gönderilmek
suretiyle bir suikast girişiminde bile bulunulmuştu. Bâdehû şehzâde Mustafa’nın
kendisinden habersiz donanma kurarak, korsan avına çıkması haberi Süleyman’a
ulaşır.
Şehzade
Mustafa'nın kendisinden habersiz donanma kurarak korsan avına çıkmasına çok
sinirlenen Kanuni Sultan Süleyman, Mustafa'yı Bursa'da av köşküne çağırdı. İki
şehzade Mustafa ve Mehmet'le birlikte ava çıkan Sultan Süleyman, burada
anlattığı bir hikâye ile son zamanlarda kendisinden habersiz işler yapan
Mustafa'ya büyük bir ders verdi. Babası Yavuz Sultan Selim'le amcası Şehzade
Korkut arasında yaşanan taht gerilimini anlatan Sultan Süleyman, Şehzade
Korkut'un tahta çıkmamasından dolayı Antalya'ya inzivaya çekilmesini ve sonunda
yaptığı yanlışlar nedeniyle boğdurularak öldürülmesi örneğini verdi.
Hikâye şu şekilde anlatılmaktadır:
Yavuz Sultan
Selim, kardeşlerine dokunmayacağı sözünü vererek babası II.Bayezit’ten
padişahlığı devralmıştı. Şehzade Korkut yeniçerilerin kefilliği ile Yavuz
Sultan Selim’e biat etmiş ve itaat sözü vermişti. Yavuz Sultan Selim’de ona
Antalya, Midilli ve Saruhan (Manisa)sancaklarını ömür boyu tahsis etmişti.
Yavuz Sultan Selim Şehzade Korkut’un sözünde durup durmadığını bilmek istiyordu.
Çünkü Şehzade Ahmet isyan etmiş onu bertaraf etmek için çalışıyordu. Eğer
Şehzade Korkut’ta isyan edecek olursa çok vahim durumlar oluşabilirdi. Yavuz
Sultan Selim amcası Cem Sultan olayının ortaya çıkardığı 14 yıllık tecrübeyi
bizzat yaşamıştı. Bir an önce Şehzade Korkut’un niyetini açık etmeliydi.
Şehzade
Korkut için büyük ölüm kalım imtihanı başladı. Devlet adamlarının ağzı ile
Şehzade Korkut’u saltanata davet eden ve destek sözü veren mektuplar yazıldı.
Şehzade Korkut’un vereceği cevap yaşaması ya da ölmesi demekti. Aslında dedesi
Fatih öldüğünde babasının yerine vekâlet etmiş saltanat olgusunu bizzat
yaşamıştı. Şehzade Ahmet’in babasının sağlığında gerekli desteği alamaması onu
heveslendirmişti. Çünkü kendisi Şehzade Ahmet’ten sonra en büyük şehzadeydi.
Fakat o da aradığı desteği bulamamıştı. Özellikle yeniçeriler net bir şekilde
Selim’den yana tavır almışlardı. Artık onun için Yavuz Sultan Selim’in vereceği
karara uymaktan başka çare kalmamıştı. Şimdi durum değişmişti. Devlet adamları
açıkça destek sözü veriyorlardı.
Şehzade
Korkut hayatının hatasını yaptı. Gelen mektuplara olumlu cevap vererek kendi
ölüm fermanını imzaladı. Yavuz Sultan Selim hemen harekete geçti. Bursa’dan av
bahanesiyle ayrıldı hızla Manisa’ya doğru yola çıktı. Şehzade Korkut sarayının
kuşatıldığını görünce gerçeği anladı. En sadık dostu Piyale’yi ve bir miktarda
altın alarak bahçe kapısından kaçtı. Arkadaşı ile Antalya civarında ki dağlara
doğru gittiler. Mağaralarda günlerce saklandılar. Fakat yiyecekleri bitmişti.
Hepsinden önemlisi yurt dışına çıkmak için bir yol bulmaları gerekiyordu. Sadık
arkadaşı Piyale yakınlarda rastladığı bir Türkmen’den (Yörük) yardım istedi.
Durumu ona etraflıca anlattı ve ona atlarından birini vererek kendilerine
yiyecek getirmesini ve sonrada bir gemi bulmasını istedi. İstedikleri
yiyecekler getirildi. Sonra tekrar Şehzade Korkut’un atına binen kişi tekrar
gemi aramak için şehre indi.
Yavuz Sultan
Selim, Şehzade Korkut’u her yerde arattırıyordu. Yurt dışına çıkışını
engellemek için sahiller kontrol ediliyor her yerde tedbir alınması isteniyor
ve uyarılar yapılıyordu. Şehzade Korkut ve arkadaşının yaptığı büyük bir hata
onları ele verdi. Kendilerine yardım edecek kişiye verdikleri atın koşum
takımları hükümdarlara mahsus özellikteydi. Şehre inen adam hemen fark edildi
ve yakalandı. Sorguya alınan kişi epeyce direndi fakat ölüm tehdidi üzerine
çaresiz Şehzade Korkut’un saklandığı yeri söyledi.
Şehzade
Korkut arkadaşı Piyale ile yakalandı. Piyale Şehzade Korkut’u bir an bile
yalnız bırakmıyor onu anlattığı hikâyeler ile teselliye çalışıyordu. Bir ara
uykuya dalan Şehzade Korkut’un yanından ayrılan Piyale döndüğünde en yakın
arkadaşının boğularak öldürülmüş olduğunu gördü ve tarifi imkânsız bir acıya
boğuldu.
Şehzade
Korkut Yavuz Sultan Selim’inde katıldığı bir cenaze töreni ile Bursa’da
defnedildi. Tarihçiler Yavuz Sultan Selim’in kardeşinin tabutunu omuzladığını
ve ağladığını belirtirler. Şehzade Korkut’un sadık adamı Piyale gösterdiği
büyük sadakat nedeniyle affedildi ve Yavuz Sultan Selim tarafından kendisine
istediği herhangi bir makam teklif edilmesine rağmen o Şehzade Korkut’un
türbedarı olmayı tercih etti.
Şehzade
Mustafa ise yaptıklarının iyi niyetli olduğunu söyleyerek babasından özür
diledi. Ancak Sultan Süleyman ile Şehzade Mustafa'nın arası artık iyice açıldı.
Şehzade Mustafa, Irakeyn Seferi’nden dönen babasına bir mektup yazarak
kendisiyle görüşmek ve özür dilemek için İstanbul’a gelmesine izin verilmesini
istemiş, fakat bu isteği kabul edilmemişti. Şehzade Mustafa, Bağy suçu işlemiş.
Bu, "devlete isyan" anlamına geliyor. Şimdi de olduğu gibi bu bir
suç... Kanuni, Şehzade'yi izletiyordu. Şehzade'nin İran Şahı'na yazdığı
mektuplar ele geçirildi. Mektuplarda, "Babam yaşlandı, tahta benim geçmem
gerekli, dedem Yavuz Sultan Selim gibi..." yazıyordu. Sultan Süleyman,
Şeyhülislam Ebussuud Efendi'ye de danışarak mahkeme kararı aldırdı ve oğlunun
idamına karar verdi. O sıra da İran'a karşı bir savaş vardı, zaten İran'la
aramız hiç iyi olmadı... Kanuni, Amasya Valisi olan oğlu Mustafa'yı "Konya'ya
gidiyorum, sen de gel" dedi. Konya Ovası'na çadırlar kuruldu. Kanuni,
oğlunu çadırına çağırdı, Mustafa babasını kendisini öldürtebileceğinden hiç
şüphelenmediği için gitti. Padişah bunu haber alınca Rüstem Paşa'yı geri
çağırdı ve 1553 Ağustos sonlarında kendisi İran seferine çıktı.
Kütahya
sancakbeyi Şehzade Bayezid'i Rumeli muhafazasında bulunmak üzere Edirne'ye
gönderdi. 21 Eylül tarihinde Bolvadin'e varan orduyu Saruhan sancakbeyi Şehzade
Selim askerleriyle karşıladı, ertesi gün padişahın huzuruna çıkıp el öptü ve
kendisinin de sefere iştirak etmesi emredildi. 5 Ekimde Konya-Ereğli
yakınındaki Akhüyük köyüne varıldığında Şehzade Mustafa orada tüm mahiyetiyle
birlikte çadır kurmuş halde orduyu karşıladı. Ertesi gün bütün devlet erkânı
şehzadeye gelerek el öptüler, hepsine hil'atler giydirildi. Oradan şehzade ata
binerek padişahın makamına geldi, divanhanesine yakın bir yerde atından inerek
yürüdü. Vezirler önüne düşerek Padişahın çadırı önünde onu selamladılar.
Şehzade Mustafa babasının elini öpmek üzere otağ-ı hümayuna girdiğinde
karşısında yedi dilsiz cellat onu karşıladı ve hemen üstüne atılarak boğmak
istedilerse de Mustafa bunların elinden kurtulup kaçarken, dönemin güçlü
güreşçilerinden biri olan ve saray hademeliği de yapan Zal Mahmud ağa yetişerek
şehzadeyi yere düşürüp boğmuştur. Bazı rivayetlerde padişahın da bu sırada
çadırda olup oğlunun katline nezaret ettiği, bir perdenin arkasında bulunduğu
belirtilir.
Babasının
yanına girerken silahları alındı. O dönem şehzadeler babalarının yanına
kılıçlarıyla girebilirdi, ama Mustafa'nınkiler alındı. Kanuni elini öptürdü,
yarım ağız halini hatırını sordu. Mustafa daha sonra kendi çadırına döndü.
Burada onu yarım ağız halini hatırını sordu. Mustafa daha sonra kendi çadırına
döndü. Burada onu 7 dilsiz cellat bekliyor ve Zal Rüstem Ağa bekliyordu.
Şehzade çadıra girer girmez cellatlar üzerine çullandı, Mustafa direndi. Bir
perdenin arkasında bekleyen Zal Rüstem Ağa, Şehzade'nin arkasından dolanarak
boynuna kement atarak boğdu. Kanunlar gereği Hanedan ailesinden birinin kanı
dökülemeyeceği için Şehzade Mustafa boğularak idam edildi.
Bu sırada
Kanuni sultan Süleyman'ın çadırında ağlayarak Kuran-ı Kerim okuduğu rivayet
edilir.
Mustafa ve
Beyazıt olaylarında başlıca etken saray ve çevresi entrikalarıydı. Oysa gerek
Mustafa’nın gerekse Bayezid’in ayaklanma diye nitelenen davranışlara
girişmeleri babalarının saltanatına karşı Anadolu’da doğan ve gittikçe yayılan
hoşnutsuzluğun bir yansımasıydı. Hem Şehzâde Mustafa, hem de Bâyezid hâdisesi,
Osmanlı devletinin geleceği açısından mühim neticeler doğuran iki hâdise olarak
ortaya çıkıyor. Bunların neticesinde devlette bir takım idarî ve zirâî
değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerden birisi, şehzâdelerin
statülerinde olmuştur. Bu hâdiselerden sonra şehzâdeler artık sancaklara vâlî
olarak gönderilmeyecek, kuruluştan bu yana tâkip edilen böyle bir gelenek terk
edilecek, saltanat verâsetli usûlünde tahtın babadan oğula intikâli
benimsenecektir.
ŞEHZADE
MUSTAFA'YA MERSİYE
Medet! Medet
! Bu cihanın yıkıldı bir yanı
Ecel celâlileri
aldı Mustafa Han'ı
Tolundu
mihr-i cemâli, bozuldu erkânı
Vebale
koydular Al ile Al- Osman'ı
Bunun gibi
işi kim gördü, kim işitti aceb
Ki oğluna
kıya bir Server-i Ömer-meşreb?
Getirdi
arkasını yere Zâl-i devr-i zaman
Vücuduna
sitem-i Rüstem ile erdi zeban
Döküldü
gözyaşı yıldızları, çoğaldı figaan
Dem-i memâtı
Kıyamet gününden oldu nişan.
Griv-i nâle
vü zâr ile doldu kevn-ü mekân
Akarsu gibi
müdânı ağlamakta pir ü cevân
O cân-ı
âdemi yân oldu hâk ile yeksan
Diri kala ne
revadır fesâd eden şeytân?
Nesim-i subh
gibi yerde koyma âbımızı
Hakaret
eylediler nesl-i Pâdişâhımızı.
TAŞLICALI YAHYA
Şehzâde Beyazıt (1525)
Kanuni’nin
Hürrem’den olma üçüncü şehzadesidir. Kütahya, Konya ve Karaman sancak
beyliklerinde bulunmuştur. Annesi Hürrem Sultan'ın koruması ile kendini tahtın
varisi olarak görmeye başlamış ancak annesi öldükten sonra güçsüz kalmışken
ablası Mihrimah Sultan, Şehzade Bayezid'e sahip çıkmıştır. Fakat Babasının
Şehzade Selim'in tarafını tutmasıyla kendisine taraftar toplamaya başlamıştır.
Önceleri Bayezid'in hocası olan Lala Mustafa Paşa kendisini Veziriazam
yapacağına inandığı Şehzade Selim'in tarafına geçmiş ve her fırsatta Bayezid'i
babası Kanuni Sultan Süleyman'ın yanında yanlış bilgilerle kötülemiştir.
Babası
henüz sağ iken kardeşi Şehzade Selim ile giriştiği taht mücadelesinde yenilmiş
ve akabinde İran Şah’ına sığınmıştır. İran’da Şah Tahmasb tarafından Kazvin'de
büyük bir törenle karşılanan Bayezid, onun aracılığıyla babasından affını
diledi. Tahmasb, Selim ve Kanuni arasında Bayezid’in teslimi konusunda yazışma
ve pazarlıklar yapıldı. Tahmasb’ın isteklerinden bir kısmını kabul etmek
zorunda kalan Kanuni, ona 200.000 altın ödeyeceğini ve Kars Kalesini
bırakacağını vaad etmiştir. Ayrıca Selim de padişah olduğunda, İran’la dost
kalacağına dair bir ahidname vermiştir. Anlaşma sağlanınca Kazvin’e giden
Osmanlı elçileri 25 Eylül 1561 tarihinde önce Bayezid’i ardından da oğulları; Osman,
Orhan ve Abdullah’ı yay kirişiyle boğarak öldürdüler. Bayezid ve oğullarının
cenazeleri Sivas’a getirilerek surların dışında bulunan "Melik-i Acem Türbesi’ne
defnedilmiştir. Bu türbe Abdülvehhâb Gâzî Camii içerisindedir. Şehzade
Bayezid'in ölümünden sonra Bursa'ya nakledilen hanımı bir kale içinde
bekletilmiş ve yanında bulunan üç yaşındaki oğlu da öldürülmüştür.
Hürrem
Sultan, Rüstem Paşa’ya kendisiyle iş birliği yapma hususunda baş vezirliği ve
kızı Mihrimah Sultan ile evlendirmeyi vaat etmişti. Böylece Rüstem’i kendi
safına çekerek, şehzâde Mustafa’nın ölümüne zemin hazırlamış ve oğlu şehzâde
Beyazıt’ın tahta geçmesi için girişimlere başlamıştı. Padişaha damat olması söz
konusu olunca Rüstem Paşa'yı çekemeyen rakipleri onun cüzzamlı olduğu
dedikodusunu yaymışlardı. Bunun üzerine hassa hekimlerinden Mehmet Halife, bu
söylentinin gerçek olup olmadığını araştırmak için paşayı muayeneden geçirdi.
Muayene sırasında gömleğinde bir bit bulundu. O günlerdeki tıp bilgisine ve
halk inanışına göre bir cüzamlının üzerinde bit barınamaz olduğu kabul
edilmekteydi.
Gömleğindeki bit, cüzzamlı olmadığına delil olarak kabul edilerek
evlenmesine izin verildi. Bu bit’i onun yakasına koyan elbette ki Hürrem Sultan
idi. Bu yüzden, tarihçilerin kendisine vermiş oldukları bir diğer isim
"Kehle-i İkbal" (İkbal Biti) Rüstem Paşa’dır. Kanuni, Şehzade
Mustafa'yı öldürttükten sonra yeniçerilerin ayaklanma çıkarabileceği korkusuyla
Rüstem Paşa'yı azletti (1553) ve yerine Kara Ahmet Paşa'yı getirdi. Ancak
Hürrem Sultan ile Mihrimah Sultan, Rüstem Paşa'yı sadrazamlığa tekrar
getirebilmek için çalıştılar. 29 Eylül 1555 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman
basit bir bahaneyle Kara Ahmet Paşa’yı Divan-ı Hümayun'un ortasında idam
ettirdikten sonra Rüstem Paşa tekrar sadrazam oldu. 10 Temmuz 1561 İstanbul'da
ölümüne dek sadrazamlık görevini sürdürdü. Cenazesi Şehzade Camii bahçesindeki
türbesinde gömülüdür.
BEYAZIT’TAN
KANUNİ’YE MEKTUP
Ey ser-a-ser
âleme Sultan Süleymanum baba
Tende cânum
cânumun içinde cânânum baba
Bâyezidine
kıyar mısun benüm cânum baba
Bî-günâham
Hak bilür devletlü sultânum baba
Enbiyâ
ser-defteri ya'ni ki Adem hakkıçün
Hem dahi
Mûsi ile İsi-i Meryem hakkıçün
Kâinâtun
serveri ol Rûh-ı A'zam hakkıçün
Bi-günâham
Hak bilür devletlü sultânum baba
Sanki
Mecnûnam dağlar başı oldı durak
Ayrılup
bi'l-cümle mâl ü mülkden düşdüm ırak
Dökerem göz
yaşını vâ-hasretâ dâd el-firak
Bî-günâham
Hak bilür devletlü sultanum baba
Kim sana arz
eyleye hâlim eyâ şâh-ı kerîm
Anadan
kardaşlarımdan ayrılup kaldum yetîm
Yok benüm
bir zerre isyânum sana Hakdur alîm
Bi-günâham
Hak bilür devletlü sultanum baba
Bir nice
masumun olduğun şehâ bilmez misün
Anların kanına
girmekden hazer kılmaz mısun
Yoksa ben
kulunla Hak dergâhına varmaz mısun
Bî-günâham
Hak bilür devletlü sultanum baba
Hak Taâlâ
kim cihanun şâhı itmişdür seni
Öldürüp ben
kulunı güldürme şâhum düşmeni
Gözlerüm
nurı oğullarumdan ayırma beni
Bî günâham
Hak bilür devletlü sultanum baba
Tutalum iki
elüm başdan başa kanda ola
Bu meseldür
söylenür kim kul günâh itse nola
Bâyezid'ün
suçını bağışla kıyma bu kula
Bî günâham
Hak bilür devletlü sultanum baba
KANUNİ’NİN
OĞLUNA CEVABI
Ey dem-a-dem
mazhar-ı tugyân u isyânum oğul
Takmayan
boynına hergiz tavk-ı fermânum oğul
Ben kıyar
mıydum sana ey Bâyezid hânum oğul
Bî-günâham
dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Enbiyâ vü
evliyâ ervâh-ı a'zam hakkıçün
Nûh ü
İbrahim ü Mûsi İbn-i Meryem hakkıçün
Hatm-ı âsâr-ı
nübüvvet Fahr-ı Âlem hakkıçün
Bî-günâham
dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Adem adın
itmeyen Mecnûna sahralar durak
Kurb-ı
tâatdan kaçanlar dâima düşer ırak
Tan degüldür
dir isen vâ hasretâ dâd el-firak
Bî-günâham
dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Neş'et-i
Hakdur nübüvvet râm olan olur kerîm
"Lâtekul
üf" kavlini inkâr iden kalur yetîm
Tâata isyâna
alîmdür Hudâvend-i Kerîm
Bî-günâham
dime bâri tevbe kıl cânım oğul
Rahm u
şefkat zîb-i îmân olduğın bilmez misün
Yâ dem-i
masûmı dökmekden hazer kılmaz mısun
Abdi âzâd
ile Hak dergâhına varmaz mısun
Bî-günâham
dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Hak reâyâ-yı
muti'e râi itmişdür beni
İsterem
mağlûb idem agnama zib-i düşmeni
Hâşâlillah
öldürürsem bî-güneh nâgâh seni
Bî-günâham
dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Tutalum iki
elüm başdan başa kanda ola
Çünki
istiğfâr idersün biz de afv itsek nola
Bâyezidüm
suçını bağışlaram gelsen yola
Bî-günâham
dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Düzmece Mustafa Olayı
"Düzmece
Mustafa İsyanı" tarihte Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlunu öldürtmesi
sonrası ortaya çıkan olaylara verilen addır. Bu olay Yıldırım Beyazıt’ın oğlu
olan Mustafa Çelebi gibi görünerek isyan eden ve sıklıkla duymuş olduğumuz
Mustafa olayından farklıdır. Sultan Süleyman 1555 yılında İstanbul'a İran
seferinden dönüşü sırasında Düzmece Mustafa olayının vuku bulduğuna dair bilgi
alır. Aktarılanlara göre, Şehzade Mustafa'nın idamı sonrasında Rumeli'de ona
dış görünüş olarak çok benzeyen bir kişi Mustafa olduğunu iddia ederek 10 bin
kişilik bir ordu toplamış saltanatını ilan etmişti. Bu kişi kendisine vezir ve
askerler tayin ederek vergi toplamaya başlamıştı. Topladığı vergileri halka
dağıtan Düzmece Mustafa kısa sürede taraftar sayısını artırmıştı. Olay
Kanuni'ye oğlu Şehzade Bayezid tarafından iletilmişti. Bunun üzerine Sultan
Süleyman Sokullu Mehmed Paşa'ya isyanı yatıştırmasını emretmişti.
Sokullu
Mehmed Paşa hadise yerine doğru hareket ettiği sırada henüz Doğu Trakya
civarındayken Düzmece Şehzade Mustafa yakalanmıştı. Yakalanan kişi Kanuni'nin
talimatıyla idam edilmiş böylece sonraları Düzmece Mustafa Hadisesi olarak
anılan olaya nokta koyulmuştu. Bazı iddialara göre, bu olayda Şehzade
Bayezid'in parmağı vardı. Kanuni’nin bu ihtimale inanmasındaki etmenlerden biri
de, şehzâdenin isyanın bastırılmasından ağırdan hareket etmesiydi. Kanuni’nin
ona olan güveni sarsıldı, ancak yine de onu affedip Kütahya’ya gönderdi.
Bayezid bunun üzerine babasına yazdığı mektupta “ben kulunuzu muradına
irdirdünüz” diyerek teşekkür etmiş ve kendisini tahtın varisi olarak görmeye başlamıştır.
Bazı kaynaklara göre onun affedilmesinde Hürrem Sultan’ın payı büyüktü.
Şehzâde Cihangir (1531)
Kanuni’nin
Hürrem Sultan'dan olan beşinci oğludur. Kendisi hattat (yazı ustası) olup,
ayrıca “Zarîfi” mahlasını kullanan bir şairdir Fiziksel rahatsızlıkları
bulunması sebebiyle sancak istememiştir. Sırtındaki kamburundan dolayı içine
kapanıktır ve kısa hayatı daima sağlık sorunları ile uğraşmakla geçmiştir. Az
sayıda sefere katılmıştır. Şehzade Cihangir'i rahatsızlığından dolayı öz
kardeşleri bile dışlamıştır, Şehzade Cihangir'i dışlamayan ve ona öz
kardeşlerinden daha çok sevgi gösteren ağabeyi Şehzade Mustafa olmuştur.
Şehzade Cihangir ruhen, duygusal bir karakter; fiziksel olarak da zayıf bir
yapıya sahip idi. Doğuştan kambur olarak dünyaya gelen Cihangir için babası
Sultan Süleyman, cihanı sırtında taşıyan anlamına gelen Cihangir ismini
vermiştir.
Şehzade Cihangir'de öz kardeşlerinden daha çok Şehzade Mustafa'yı
sevmiş, Şehzade Mustafa'nın Sultan Süleyman'a isyan etmesi bahane gösterilerek
öldürülmesinden sonra aynı yıl Ağabeyinin acısına dayanmayan Şehzade Cihangir
Halep'de ölmüştür Venedik kaynakları Cihangir’in ölümü için enteresan bir bilgi
aktarırlar. Bu kaynaklara göre henüz 24 yaşında olan şehzâde 28Ağustos 1553’te
Halep’te vebadan dolayı ölmüştür. Bu bilgi elimize Venediklilerin senyorlara
yazdıkları mektuplarla ulaşmıştır. Bayloslar’ın bazı bilgileri Venedik
Senatosu’nun tepkisini çekmemek için gizlediklerini bildiğimizden dolayı bu
bilgiler bize güvenilir gelmemektedir. Eğer bu bilgi doğrulanacak olursa, bu
hastalığın ilerlemiş olmasında da, Şehzâde Mustafa’nın katlinin Cihangir’de bıraktığı
derin tesiri kuvvetle ihtimaldir. İstanbul-Beyoğlu’ndaki Cihangir Mahallesi, bu
adını Şehzade Cihangir'den almış bulunmaktadır.
Şehzâde Selim (1524)
İleride
babası Kanuni’den sonra tahta çıkacak olan bu şehzâde, Süleyman’ın Hürrem’den
olma oğullarındandır. Şehzade Mehmed’in 950’de (1543) Estergon zaferi dolayısıyla
yapılan şenlikler sırasında hastalanıp ölmesiyle Hürrem Sultan’ın hayattaki en
büyük oğlu olarak anne ve babası nezdinde öne çıktı ve o esnada, giderek tahta
aday şehzadelere tahsis edilmeye başlanan Saruhan sancak beyliğiyle Manisa’ya
nakledildi. Böylece Kanuni’nin hayatta kalan en büyük oğlu olarak babasının yanında
Nahcivan seferine katıldı, uysal hali, mütevazı tavırlarıyla onun takdirini
kazandı. Dulkadir bölgesinin muhafazasıyla görevlendirildi.
Buradan ordu ile
Revan ve Nahcivan’a gitti. (11 Kasım 1554) Manisa’ya döndüğünde muhtemelen
kendisine taht yolunun artık iyice açıldığına emindi. Bayezid de taht için çarpışmayı
göze almış, kardeşi aleyhine birtakım tertiplere girişmiş, hatta ona suikastçılar
göndermiştir. Bu bilgilerin ne derece doğru olduğu kestirilememekle birlikte Hürrem
Sultan’ın vefatının iki kardeş arasındaki mücadeleyi daha da şiddetlendirdiği
kesindir. Kanuni bunun üzerine sancakları sınırdaş olan iki oğlunu birbirinden uzaklaştırdı,
Selim’i Konya’ya, Bayezid’i Amasya’ya naklettirdi (1558). Annesi Hürrem’in
kardeşi Beyazıt’ı tahta çıkarmak için uğraştığını görünce Beyazıt’ın aleyhinde
girişimlerde bulunmuştu. Bunun en güzel örneği Lala Mustafa ya da başka
tabiriyle Kara Mustafa Paşa ile anlaşıp, Beyazıt’ı saf dışı bırakmasıydı.
Kanuni’nin
Zigetvar kuşatması sırasında öldüğü haberini Sokullu’nun gizli mektupları ile
öğrenen Selim, derhal İstanbul’a hareket etmiş ve varır varmaz tahta
oturmuştur. II. Selim Osmanlı tarihinde devlet yönetimiyle ilgilenen fakat
ordusunun başında sefere gitmeyen ilk padişahtı. Yönetimi kızı Esmehan
Sultan’ın kocası olan ve çok başarılı sadrazam olan Sokullu Mehmed Paşa'ya bıraktı.
Ayrıca Cülûs bahşişinin ilmiye sınıfına da verilmesi âdetini ilk defa II. Selim
çıkarmıştır.
Selim
sağlığının giderek bozulması üzerine vasiyetine hazırlamıştı. Sarayda yeni
yaptırdığı hamamda gezerken ayağının kayıp düşmesi, vücudunun bir yanının
düşmeden mütevellit kararması, hemen ardından şiddetli bir hummaya tutulması ve
mide rahatsızlığı geçirmesi gösterilir. Bir başka rivayete göre içkiye tövbe
edip birden bıraktığı için baş dönmesi geçirerek rahatsızlanmıştır. Bazı
araştırmacılara göre ölüm sebebi çok fazla koyun sucuğu yedikten sonra üzerine
aşırı ölçüde su içmesi, bu yüzden iki defa kalp krizi geçirmesi, tabiplerin
ısrarına rağmen kan aldırmaması ve kanın içeride kalıp akciğerine hava
gitmemesi olarak açıklanmaktadır.(1574)
Makale yazarı: SAADET DAĞ
Hiç yorum yok