Yeni

Kanuni'nin Şehzadeleri (Saadet DAĞ)


                                                       
                                                                 GİRİŞ

Kanuni’nin Şehzadeleri

    Türk Devletlerinde, bilhassa Osmanlı Devleti’nde şehzâdelerin mühim bir yeri vardır. Şehzâdeler padişahtan sonra tahtın mutlak vekili olarak görüldüğünden dolayı ayrıcalıklı eğitimle yetişirler idi. Bir şehzâdenin nitelikli olarak eğitilmesi, ”Devlet-i Aliyye’nin” bekası için mühimdir. Bu nedenle şehzâdelere özel “lala” adı verilen hocalar tayin edilirdi ve bu lalalar, onların devlet yönetiminde tecrübe edinmeleri hususunda padişaha sorumlu idiler. Kanuni’nin oğulları olan şehzâde Mustafa, Mehmet, Selim, Beyazıt ve Cihangir de bu denli bir eğitimden geçmişlerdi. Lakin daha Kanuni ölmeden oğulları arasında taht varisi olabilmek için çekişmeler başlamış. 

Bilhassa öz kardeş olan şehzâde Selim ile Beyazıt arasındaki çekişme baş gösterdiği sırada, olaya müdahil olan saray entrikaları sonucu olarak şehzâde Mustafa’nın idamı döneme damgasını vurmuştur. Akabinde ağabeyinin vakitsiz ölümüne dayanamayan ve henüz doğduğunda hastalıklı olan şehzâde Cihangir’in ani ölümü, hükümdarlığının yanı sıra aynı zamanda da bir baba olan Kanuni’nin yüreğinde tabiplerin derman olamayacağı yaralar açmıştır. Bu çalışmamız içerisinde, Kanuni döneminde cereyan eden hanedan içi kıyımları ele alırken, diğer taraftan da Haseki Hürrem Sultan ve Vezir Rüstem Paşa’nın entrikalarının şehzâde Mustafa’yı ölüme götüren tılsımlı bir yol olduğundan bahsetmiş bulunduk. Çalışmamız neticesinde ivedilikle dikkat ettiğimiz nokta, dönemin şartlarını göz önünde bulundurarak, cereyan etmiş olan vakaları bir nebze olsun aydınlatabilmektir.

Şehzâde nedir?

   Farsça şâh ile (şeh) (hükümdar) zâde (oğul) kelimelerinden meydana gelen şehzâde hükümdar (padişah, halife, sultan vb.) oğlunu ya da bunların ailesinden gelen erkek çocukları ifade eder. Daha çok Osmanlılar’da yaygın olan şehzade tabirine başka adlarla da olsa bütün İslâm ve Türk devletlerinde rastlanmaktadır.Devlet merkezinde hakanlara vekalet eden, Erkan, Sagun gibi unvanlar alan İligler ve tekin diye anılan şehzadeler geliyordu. Karahanlılar’da şehzadelere “tegin ve tegit adı verilirdi. Selçuklularda hükümdarın oğluna "melik" denmekteydi.  Gazneliler’de sultanların erkek çocuklarına “hudâvendzâde, melikzâde” adı verilir, hanedanın bütün erkek çocukları için emîr unvanı kullanılırdı.

Şehzâdelerin  Doğumu, Sünnet Töreni ve Şehzâde Alayı 

   Osmanlı sisteminde geleceğin hükümdarı olma şansları eşit sayılan şehzadelerin doğumlarının sarayda büyük bir sevinçle karşılandığı bilinmektedir. Padişahın çocukları kimden doğarsa doğsun aralarında ayırım yapılmazdı. Şehzadelerin doğumu bir hatt-ı hümâyunla veziriazama bildirilir, keyfiyet topları atılmak suretiyle halka ilân edilir, top atışları yapılır, şenliklerle kutlanırdı. Memleketin her tarafına fermanlar gönderilir, mahkeme sicillerine kaydedilirdi. Bu vesileyle sarayda devlet ricalinin ve yüksek memurların katıldığı tebrik töreni düzenlenirdi. Yeni doğan şehzadelerin hizmetine usta denilen yirmi kadar cariye verilir, annesi de bakımına nezaret ederdi. Sütten kesilme döneminde maiyetlerine üç has odalı tayin edilir, en yaşlısı baş lala olarak anılır, onun emri altındaki hadım ağaları lala unvanı taşırdı. Şehzade beş altı yaşına gelince kendisine bir hoca tayin olunarak, merasimle derse başlardı. Genellikle iki aşamadan oluşan şehzade eğitimlerinin birinci aşaması, saray içindeki teorik eğitimi kapsardı. İkinci aşama ise, sancağa çıkarılmalarıyla başlayan pratik eğitim dönemiydi.


Şehzâdelerin sünnet töreni de, doğumları gibi büyük şölenlerle kutlanırdı. Bu kutlamalara sadece ülke sınırları içerisindeki beyler değil, komşu ülkelerin hükümdar ve beyleri de davet edilirlerdi. Büyük ziyafetler verilirdi. Bu törenlerin en büyük özelliklerinden biri de, Osmanlı hükümdarının kuvvet, kudret ve zenginliklerini gelen misafirlere göstermesi idi. Boudrel, Osmanlı şehzadelerinin sünnet törenlerinin düğünlerinden daha debdebeli olduğunu söylerken, sünnet törenlerine “Ruh Düğünü” adını verir. On on iki yaşına gelen şehzâdeye ayrı bir daire verilirdi. Akabinde devlet tecrübesi kazanması ve merkezde kalmaması için şehzâde, bir sancağa yönetici olarak gönderilirdi. Yanına lala denilen tecrübeli ve padişaha bağlı bir devlet adamı tayin edilirdi. Bu lalalar şehzâdelerin, devlet yönetimi hususunda iyi bir eğitim almasından sorumluydu. Selçuklularda bu kuruma “atabeylik” denilirdi. Ancak atabeyler, lalalara nazaran siyasi yetkisi daha fazla olan kimselerdi. Şehzadelerin vazifeleri başına gitmek üzere merkezden ayrıldıkları sırada yapılan merasime “şehzâde alayı” denilirdi. Şehzade alayında maiyetine verilen yeniçerilerle memurlardan başka sipahi, silahdar, sekban, solak ve peykler ile kendisine has ahır hademeler, kiler hizmetkârları, matbah ve saire ile iki bin kişiyi bulan bir grup eşlik ederdi. 

   Kanuni’nin Eşleri ve Çocukları

    Şehzâde Mustafa (1515)


Babasının Saruhan sancak beyliği sırasında Manisa’da doğdu.(1515). Annesi Süleyman’ın ilk gözdesi olan Mâhidevran’dır. İlk çocukluk yılları Manisa sarayında geçti. Babasının 1520’de tahta çıkışının ardından annesiyle birlikte İstanbul’a gitti. Kendisinden önce doğan kardeşleri Mahmud ve Murad’ın ölümü üzerine büyük şehzade olarak sarayda itina ile yetiştirildi ve iyi bir eğitim aldı. Daha dokuz yaşında iken Venedik elçisi onun son derece yetenekli olduğunu, büyük bir savaşçı olacağını, yeniçeriler tarafından çok sevildiğini yazar. Ancak Hürrem Sultan’ın devreye girişi, padişaha yeni erkek evlâtlar vermesi ve annesinin gözden düşmesi durumunu sarstı. 1530’ta kardeşleri Mehmet ve Selim ile birlikte sünnet edildi. On sekiz-yirmi gün kadar süren şenlikler ve ziyafetler ile düğünleri göz kamaştırdı. Akabinde 20 yük akçe ile 1534’te Saruhan sancak beyi sıfatıyla Manisa’ya gönderildi.

Kanuni’nin Şehzâdesine Nasihatı

 
Şehzade Mustafa’nın Manisa sancağına gönderilişi sırasında Sultan Süleyman’ın oğluna verdiği nasihat,aslında Hz. Ali’nin, oğlu Hz. Hasan’a verdiği nasihatlerdir ve kendisinden evvelde Şeyh Edebâli tarafından büyük dedesi Osman Gazi’ye verilmiş olan nasihatların ta kendisidir.

Zenginliklerin en büyüğü akıldır,
Fakirliklerin en büyüğü ahmaklıktır,
Vahşetin en büyüğü kibirdir,
Meziyetlerin en büyüğü güzel ahlaktır,
Ahmaklarla arkadaş olma,
Yalancılarla dost olma,
Cimrilerle arkadaşlık kurma,
Dine lakayt olanlarla dostluk kurma!

 

Şehzâdenin Manisa’ya gönderilişi, onun babasının yerine taht için en kuvvetli aday olarak görüldüğünü ortaya koyar. Fakat muhtemelen gerek kendisini himaye ettiği anlaşılan babaannesi Hafsa Sultan’ın ölümü (940/1534) gerekse iyi ilişkiler içinde bulunduğu Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa’nın katli (942/1536) geri plana düşmesine ve Hürrem Sultan’dan olma kardeşlerinin öne çıkmasına yol açtı. Şehzade Mustafa, Manisa’da sekiz yıl süren idareciliği sırasında halk arasında iyi bir intiba bıraktı. Bu hılâlde, oğlu Mehmet 1543’te iken 22 yaşında çiçek hastalığından öldü. Hürrem bu olaydan sonra Selim’i tahta çıkarmaya karar verdi ve Süleyman’ı, Mustafa’ya karşı doldurmaya başladı. Kanûnî Sultan Süleyman, muhtemelen Hürrem Sultan’ın da etkisiyle ona karşı daha Manisa’da iken soğuk davranmaya başlamıştı. Öte yandan Hürrem Sultan’la iş birliği yapan Rüstem Paşa da Mustafa’yı İran Şahı I. Tahmasb ile gizlice irtibat kuran bir “hain” durumuna düşürmek için bazı tertiplere başvurdu. Şehzadenin mührünü kazdırıp görünüşte onun ağzından yazılan bir mektubu Şah Tahmasb’a göndertmiş, şahın buna verdiği cevabı da yolda ele geçirerek Kanûnî’ye sunmuştu Bir Venedik kaynağına göre de Şehzade Mustafa’ya babası adına zehirli hil‘at gönderilmek suretiyle bir suikast girişiminde bile bulunulmuştu. Bâdehû şehzâde Mustafa’nın kendisinden habersiz donanma kurarak, korsan avına çıkması haberi Süleyman’a ulaşır.





Şehzade Mustafa'nın kendisinden habersiz donanma kurarak korsan avına çıkmasına çok sinirlenen Kanuni Sultan Süleyman, Mustafa'yı Bursa'da av köşküne çağırdı. İki şehzade Mustafa ve Mehmet'le birlikte ava çıkan Sultan Süleyman, burada anlattığı bir hikâye ile son zamanlarda kendisinden habersiz işler yapan Mustafa'ya büyük bir ders verdi. Babası Yavuz Sultan Selim'le amcası Şehzade Korkut arasında yaşanan taht gerilimini anlatan Sultan Süleyman, Şehzade Korkut'un tahta çıkmamasından dolayı Antalya'ya inzivaya çekilmesini ve sonunda yaptığı yanlışlar nedeniyle boğdurularak öldürülmesi örneğini verdi.
 

Hikâye şu şekilde anlatılmaktadır:



Yavuz Sultan Selim, kardeşlerine dokunmayacağı sözünü vererek babası II.Bayezit’ten padişahlığı devralmıştı. Şehzade Korkut yeniçerilerin kefilliği ile Yavuz Sultan Selim’e biat etmiş ve itaat sözü vermişti. Yavuz Sultan Selim’de ona Antalya, Midilli ve Saruhan (Manisa)sancaklarını ömür boyu tahsis etmişti. Yavuz Sultan Selim Şehzade Korkut’un sözünde durup durmadığını bilmek istiyordu. Çünkü Şehzade Ahmet isyan etmiş onu bertaraf etmek için çalışıyordu. Eğer Şehzade Korkut’ta isyan edecek olursa çok vahim durumlar oluşabilirdi. Yavuz Sultan Selim amcası Cem Sultan olayının ortaya çıkardığı 14 yıllık tecrübeyi bizzat yaşamıştı. Bir an önce Şehzade Korkut’un niyetini açık etmeliydi. 

Şehzade Korkut için büyük ölüm kalım imtihanı başladı. Devlet adamlarının ağzı ile Şehzade Korkut’u saltanata davet eden ve destek sözü veren mektuplar yazıldı. Şehzade Korkut’un vereceği cevap yaşaması ya da ölmesi demekti. Aslında dedesi Fatih öldüğünde babasının yerine vekâlet etmiş saltanat olgusunu bizzat yaşamıştı. Şehzade Ahmet’in babasının sağlığında gerekli desteği alamaması onu heveslendirmişti. Çünkü kendisi Şehzade Ahmet’ten sonra en büyük şehzadeydi. Fakat o da aradığı desteği bulamamıştı. Özellikle yeniçeriler net bir şekilde Selim’den yana tavır almışlardı. Artık onun için Yavuz Sultan Selim’in vereceği karara uymaktan başka çare kalmamıştı. Şimdi durum değişmişti. Devlet adamları açıkça destek sözü veriyorlardı. 

Şehzade Korkut hayatının hatasını yaptı. Gelen mektuplara olumlu cevap vererek kendi ölüm fermanını imzaladı. Yavuz Sultan Selim hemen harekete geçti. Bursa’dan av bahanesiyle ayrıldı hızla Manisa’ya doğru yola çıktı. Şehzade Korkut sarayının kuşatıldığını görünce gerçeği anladı. En sadık dostu Piyale’yi ve bir miktarda altın alarak bahçe kapısından kaçtı. Arkadaşı ile Antalya civarında ki dağlara doğru gittiler. Mağaralarda günlerce saklandılar. Fakat yiyecekleri bitmişti. Hepsinden önemlisi yurt dışına çıkmak için bir yol bulmaları gerekiyordu. Sadık arkadaşı Piyale yakınlarda rastladığı bir Türkmen’den (Yörük) yardım istedi. Durumu ona etraflıca anlattı ve ona atlarından birini vererek kendilerine yiyecek getirmesini ve sonrada bir gemi bulmasını istedi. İstedikleri yiyecekler getirildi. Sonra tekrar Şehzade Korkut’un atına binen kişi tekrar gemi aramak için şehre indi. 

Yavuz Sultan Selim, Şehzade Korkut’u her yerde arattırıyordu. Yurt dışına çıkışını engellemek için sahiller kontrol ediliyor her yerde tedbir alınması isteniyor ve uyarılar yapılıyordu. Şehzade Korkut ve arkadaşının yaptığı büyük bir hata onları ele verdi. Kendilerine yardım edecek kişiye verdikleri atın koşum takımları hükümdarlara mahsus özellikteydi. Şehre inen adam hemen fark edildi ve yakalandı. Sorguya alınan kişi epeyce direndi fakat ölüm tehdidi üzerine çaresiz Şehzade Korkut’un saklandığı yeri söyledi. 

Şehzade Korkut arkadaşı Piyale ile yakalandı. Piyale Şehzade Korkut’u bir an bile yalnız bırakmıyor onu anlattığı hikâyeler ile teselliye çalışıyordu. Bir ara uykuya dalan Şehzade Korkut’un yanından ayrılan Piyale döndüğünde en yakın arkadaşının boğularak öldürülmüş olduğunu gördü ve tarifi imkânsız bir acıya boğuldu. 

Şehzade Korkut Yavuz Sultan Selim’inde katıldığı bir cenaze töreni ile Bursa’da defnedildi. Tarihçiler Yavuz Sultan Selim’in kardeşinin tabutunu omuzladığını ve ağladığını belirtirler. Şehzade Korkut’un sadık adamı Piyale gösterdiği büyük sadakat nedeniyle affedildi ve Yavuz Sultan Selim tarafından kendisine istediği herhangi bir makam teklif edilmesine rağmen o Şehzade Korkut’un türbedarı olmayı tercih etti.


Şehzade Mustafa ise yaptıklarının iyi niyetli olduğunu söyleyerek babasından özür diledi. Ancak Sultan Süleyman ile Şehzade Mustafa'nın arası artık iyice açıldı. Şehzade Mustafa, Irakeyn Seferi’nden dönen babasına bir mektup yazarak kendisiyle görüşmek ve özür dilemek için İstanbul’a gelmesine izin verilmesini istemiş, fakat bu isteği kabul edilmemişti. Şehzade Mustafa, Bağy suçu işlemiş. Bu, "devlete isyan" anlamına geliyor. Şimdi de olduğu gibi bu bir suç... Kanuni, Şehzade'yi izletiyordu. Şehzade'nin İran Şahı'na yazdığı mektuplar ele geçirildi. Mektuplarda, "Babam yaşlandı, tahta benim geçmem gerekli, dedem Yavuz Sultan Selim gibi..." yazıyordu. Sultan Süleyman, Şeyhülislam Ebussuud Efendi'ye de danışarak mahkeme kararı aldırdı ve oğlunun idamına karar verdi. O sıra da İran'a karşı bir savaş vardı, zaten İran'la aramız hiç iyi olmadı... Kanuni, Amasya Valisi olan oğlu Mustafa'yı "Konya'ya gidiyorum, sen de gel" dedi. Konya Ovası'na çadırlar kuruldu. Kanuni, oğlunu çadırına çağırdı, Mustafa babasını kendisini öldürtebileceğinden hiç şüphelenmediği için gitti. Padişah bunu haber alınca Rüstem Paşa'yı geri çağırdı ve 1553 Ağustos sonlarında kendisi İran seferine çıktı. 

Kütahya sancakbeyi Şehzade Bayezid'i Rumeli muhafazasında bulunmak üzere Edirne'ye gönderdi. 21 Eylül tarihinde Bolvadin'e varan orduyu Saruhan sancakbeyi Şehzade Selim askerleriyle karşıladı, ertesi gün padişahın huzuruna çıkıp el öptü ve kendisinin de sefere iştirak etmesi emredildi. 5 Ekimde Konya-Ereğli yakınındaki Akhüyük köyüne varıldığında Şehzade Mustafa orada tüm mahiyetiyle birlikte çadır kurmuş halde orduyu karşıladı. Ertesi gün bütün devlet erkânı şehzadeye gelerek el öptüler, hepsine hil'atler giydirildi. Oradan şehzade ata binerek padişahın makamına geldi, divanhanesine yakın bir yerde atından inerek yürüdü. Vezirler önüne düşerek Padişahın çadırı önünde onu selamladılar. Şehzade Mustafa babasının elini öpmek üzere otağ-ı hümayuna girdiğinde karşısında yedi dilsiz cellat onu karşıladı ve hemen üstüne atılarak boğmak istedilerse de Mustafa bunların elinden kurtulup kaçarken, dönemin güçlü güreşçilerinden biri olan ve saray hademeliği de yapan Zal Mahmud ağa yetişerek şehzadeyi yere düşürüp boğmuştur. Bazı rivayetlerde padişahın da bu sırada çadırda olup oğlunun katline nezaret ettiği, bir perdenin arkasında bulunduğu belirtilir. 

Babasının yanına girerken silahları alındı. O dönem şehzadeler babalarının yanına kılıçlarıyla girebilirdi, ama Mustafa'nınkiler alındı. Kanuni elini öptürdü, yarım ağız halini hatırını sordu. Mustafa daha sonra kendi çadırına döndü. Burada onu yarım ağız halini hatırını sordu. Mustafa daha sonra kendi çadırına döndü. Burada onu 7 dilsiz cellat bekliyor ve Zal Rüstem Ağa bekliyordu. Şehzade çadıra girer girmez cellatlar üzerine çullandı, Mustafa direndi. Bir perdenin arkasında bekleyen Zal Rüstem Ağa, Şehzade'nin arkasından dolanarak boynuna kement atarak boğdu. Kanunlar gereği Hanedan ailesinden birinin kanı dökülemeyeceği için Şehzade Mustafa boğularak idam edildi. 

Bu sırada Kanuni sultan Süleyman'ın çadırında ağlayarak Kuran-ı Kerim okuduğu rivayet edilir.
 

 





Mustafa ve Beyazıt olaylarında başlıca etken saray ve çevresi entrikalarıydı. Oysa gerek Mustafa’nın gerekse Bayezid’in ayaklanma diye nitelenen davranışlara girişmeleri babalarının saltanatına karşı Anadolu’da doğan ve gittikçe yayılan hoşnutsuzluğun bir yansımasıydı. Hem Şehzâde Mustafa, hem de Bâyezid hâdisesi, Osmanlı devletinin geleceği açısından mühim neticeler doğuran iki hâdise olarak ortaya çıkıyor. Bunların neticesinde devlette bir takım idarî ve zirâî değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerden birisi, şehzâdelerin statülerinde olmuştur. Bu hâdiselerden sonra şehzâdeler artık sancaklara vâlî olarak gönderilmeyecek, kuruluştan bu yana tâkip edilen böyle bir gelenek terk edilecek, saltanat verâsetli usûlünde tahtın babadan oğula intikâli benimsenecektir.





ŞEHZADE MUSTAFA'YA MERSİYE

Medet! Medet ! Bu cihanın yıkıldı bir yanı
Ecel celâlileri aldı Mustafa Han'ı
Tolundu mihr-i cemâli, bozuldu erkânı
Vebale koydular Al ile Al- Osman'ı
Bunun gibi işi kim gördü, kim işitti aceb
Ki oğluna kıya bir Server-i Ömer-meşreb?
Getirdi arkasını yere Zâl-i devr-i zaman
Vücuduna sitem-i Rüstem ile erdi zeban
Döküldü gözyaşı yıldızları, çoğaldı figaan
Dem-i memâtı Kıyamet gününden oldu nişan.
Griv-i nâle vü zâr ile doldu kevn-ü mekân
Akarsu gibi müdânı ağlamakta pir ü cevân
O cân-ı âdemi yân oldu hâk ile yeksan
Diri kala ne revadır fesâd eden şeytân?
Nesim-i subh gibi yerde koyma âbımızı
Hakaret eylediler nesl-i Pâdişâhımızı.

TAŞLICALI YAHYA






Şehzâde Beyazıt (1525) 


Kanuni’nin Hürrem’den olma üçüncü şehzadesidir. Kütahya, Konya ve Karaman sancak beyliklerinde bulunmuştur. Annesi Hürrem Sultan'ın koruması ile kendini tahtın varisi olarak görmeye başlamış ancak annesi öldükten sonra güçsüz kalmışken ablası Mihrimah Sultan, Şehzade Bayezid'e sahip çıkmıştır. Fakat Babasının Şehzade Selim'in tarafını tutmasıyla kendisine taraftar toplamaya başlamıştır. Önceleri Bayezid'in hocası olan Lala Mustafa Paşa kendisini Veziriazam yapacağına inandığı Şehzade Selim'in tarafına geçmiş ve her fırsatta Bayezid'i babası Kanuni Sultan Süleyman'ın yanında yanlış bilgilerle kötülemiştir. 

Babası henüz sağ iken kardeşi Şehzade Selim ile giriştiği taht mücadelesinde yenilmiş ve akabinde İran Şah’ına sığınmıştır. İran’da Şah Tahmasb tarafından Kazvin'de büyük bir törenle karşılanan Bayezid, onun aracılığıyla babasından affını diledi. Tahmasb, Selim ve Kanuni arasında Bayezid’in teslimi konusunda yazışma ve pazarlıklar yapıldı. Tahmasb’ın isteklerinden bir kısmını kabul etmek zorunda kalan Kanuni, ona 200.000 altın ödeyeceğini ve Kars Kalesini bırakacağını vaad etmiştir. Ayrıca Selim de padişah olduğunda, İran’la dost kalacağına dair bir ahidname vermiştir. Anlaşma sağlanınca Kazvin’e giden Osmanlı elçileri 25 Eylül 1561 tarihinde önce Bayezid’i ardından da oğulları; Osman, Orhan ve Abdullah’ı yay kirişiyle boğarak öldürdüler. Bayezid ve oğullarının cenazeleri Sivas’a getirilerek surların dışında bulunan "Melik-i Acem Türbesi’ne defnedilmiştir. Bu türbe Abdülvehhâb Gâzî Camii içerisindedir. Şehzade Bayezid'in ölümünden sonra Bursa'ya nakledilen hanımı bir kale içinde bekletilmiş ve yanında bulunan üç yaşındaki oğlu da öldürülmüştür.



 
Hürrem Sultan, Rüstem Paşa’ya kendisiyle iş birliği yapma hususunda baş vezirliği ve kızı Mihrimah Sultan ile evlendirmeyi vaat etmişti. Böylece Rüstem’i kendi safına çekerek, şehzâde Mustafa’nın ölümüne zemin hazırlamış ve oğlu şehzâde Beyazıt’ın tahta geçmesi için girişimlere başlamıştı. Padişaha damat olması söz konusu olunca Rüstem Paşa'yı çekemeyen rakipleri onun cüzzamlı olduğu dedikodusunu yaymışlardı. Bunun üzerine hassa hekimlerinden Mehmet Halife, bu söylentinin gerçek olup olmadığını araştırmak için paşayı muayeneden geçirdi. Muayene sırasında gömleğinde bir bit bulundu. O günlerdeki tıp bilgisine ve halk inanışına göre bir cüzamlının üzerinde bit barınamaz olduğu kabul edilmekteydi. 

Gömleğindeki bit, cüzzamlı olmadığına delil olarak kabul edilerek evlenmesine izin verildi. Bu bit’i onun yakasına koyan elbette ki Hürrem Sultan idi. Bu yüzden, tarihçilerin kendisine vermiş oldukları bir diğer isim "Kehle-i İkbal" (İkbal Biti) Rüstem Paşa’dır. Kanuni, Şehzade Mustafa'yı öldürttükten sonra yeniçerilerin ayaklanma çıkarabileceği korkusuyla Rüstem Paşa'yı azletti (1553) ve yerine Kara Ahmet Paşa'yı getirdi. Ancak Hürrem Sultan ile Mihrimah Sultan, Rüstem Paşa'yı sadrazamlığa tekrar getirebilmek için çalıştılar. 29 Eylül 1555 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman basit bir bahaneyle Kara Ahmet Paşa’yı Divan-ı Hümayun'un ortasında idam ettirdikten sonra Rüstem Paşa tekrar sadrazam oldu. 10 Temmuz 1561 İstanbul'da ölümüne dek sadrazamlık görevini sürdürdü. Cenazesi Şehzade Camii bahçesindeki türbesinde gömülüdür.



BEYAZIT’TAN KANUNİ’YE MEKTUP

Ey ser-a-ser âleme Sultan Süleymanum baba
Tende cânum cânumun içinde cânânum baba
Bâyezidine kıyar mısun benüm cânum baba
Bî-günâham Hak bilür devletlü sultânum baba
Enbiyâ ser-defteri ya'ni ki Adem hakkıçün
Hem dahi Mûsi ile İsi-i Meryem hakkıçün
Kâinâtun serveri ol Rûh-ı A'zam hakkıçün
Bi-günâham Hak bilür devletlü sultânum baba
Sanki Mecnûnam dağlar başı oldı durak
Ayrılup bi'l-cümle mâl ü mülkden düşdüm ırak
Dökerem göz yaşını vâ-hasretâ dâd el-firak
Bî-günâham Hak bilür devletlü sultanum baba
Kim sana arz eyleye hâlim eyâ şâh-ı kerîm
Anadan kardaşlarımdan ayrılup kaldum yetîm
Yok benüm bir zerre isyânum sana Hakdur alîm
Bi-günâham Hak bilür devletlü sultanum baba
Bir nice masumun olduğun şehâ bilmez misün
Anların kanına girmekden hazer kılmaz mısun
Yoksa ben kulunla Hak dergâhına varmaz mısun
Bî-günâham Hak bilür devletlü sultanum baba
Hak Taâlâ kim cihanun şâhı itmişdür seni
Öldürüp ben kulunı güldürme şâhum düşmeni
Gözlerüm nurı oğullarumdan ayırma beni
Bî günâham Hak bilür devletlü sultanum baba
Tutalum iki elüm başdan başa kanda ola
Bu meseldür söylenür kim kul günâh itse nola
Bâyezid'ün suçını bağışla kıyma bu kula
Bî günâham Hak bilür devletlü sultanum baba


KANUNİ’NİN OĞLUNA CEVABI

Ey dem-a-dem mazhar-ı tugyân u isyânum oğul
Takmayan boynına hergiz tavk-ı fermânum oğul
Ben kıyar mıydum sana ey Bâyezid hânum oğul
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Enbiyâ vü evliyâ ervâh-ı a'zam hakkıçün
Nûh ü İbrahim ü Mûsi İbn-i Meryem hakkıçün
Hatm-ı âsâr-ı nübüvvet Fahr-ı Âlem hakkıçün
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Adem adın itmeyen Mecnûna sahralar durak
Kurb-ı tâatdan kaçanlar dâima düşer ırak
Tan degüldür dir isen vâ hasretâ dâd el-firak
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Neş'et-i Hakdur nübüvvet râm olan olur kerîm
"Lâtekul üf" kavlini inkâr iden kalur yetîm
Tâata isyâna alîmdür Hudâvend-i Kerîm
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânım oğul
Rahm u şefkat zîb-i îmân olduğın bilmez misün
Yâ dem-i masûmı dökmekden hazer kılmaz mısun
Abdi âzâd ile Hak dergâhına varmaz mısun
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Hak reâyâ-yı muti'e râi itmişdür beni
İsterem mağlûb idem agnama zib-i düşmeni
Hâşâlillah öldürürsem bî-güneh nâgâh seni
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Tutalum iki elüm başdan başa kanda ola
Çünki istiğfâr idersün biz de afv itsek nola
Bâyezidüm suçını bağışlaram gelsen yola
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânum oğul



Düzmece Mustafa Olayı

"Düzmece Mustafa İsyanı" tarihte Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlunu öldürtmesi sonrası ortaya çıkan olaylara verilen addır. Bu olay Yıldırım Beyazıt’ın oğlu olan Mustafa Çelebi gibi görünerek isyan eden ve sıklıkla duymuş olduğumuz Mustafa olayından farklıdır. Sultan Süleyman 1555 yılında İstanbul'a İran seferinden dönüşü sırasında Düzmece Mustafa olayının vuku bulduğuna dair bilgi alır. Aktarılanlara göre, Şehzade Mustafa'nın idamı sonrasında Rumeli'de ona dış görünüş olarak çok benzeyen bir kişi Mustafa olduğunu iddia ederek 10 bin kişilik bir ordu toplamış saltanatını ilan etmişti. Bu kişi kendisine vezir ve askerler tayin ederek vergi toplamaya başlamıştı. Topladığı vergileri halka dağıtan Düzmece Mustafa kısa sürede taraftar sayısını artırmıştı. Olay Kanuni'ye oğlu Şehzade Bayezid tarafından iletilmişti. Bunun üzerine Sultan Süleyman Sokullu Mehmed Paşa'ya isyanı yatıştırmasını emretmişti. 

Sokullu Mehmed Paşa hadise yerine doğru hareket ettiği sırada henüz Doğu Trakya civarındayken Düzmece Şehzade Mustafa yakalanmıştı. Yakalanan kişi Kanuni'nin talimatıyla idam edilmiş böylece sonraları Düzmece Mustafa Hadisesi olarak anılan olaya nokta koyulmuştu. Bazı iddialara göre, bu olayda Şehzade Bayezid'in parmağı vardı. Kanuni’nin bu ihtimale inanmasındaki etmenlerden biri de, şehzâdenin isyanın bastırılmasından ağırdan hareket etmesiydi. Kanuni’nin ona olan güveni sarsıldı, ancak yine de onu affedip Kütahya’ya gönderdi. Bayezid bunun üzerine babasına yazdığı mektupta “ben kulunuzu muradına irdirdünüz” diyerek teşekkür etmiş ve kendisini tahtın varisi olarak görmeye başlamıştır. Bazı kaynaklara göre onun affedilmesinde Hürrem Sultan’ın payı büyüktü.
 

 
Şehzâde Cihangir (1531)

Kanuni’nin Hürrem Sultan'dan olan beşinci oğludur. Kendisi hattat (yazı ustası) olup, ayrıca “Zarîfi” mahlasını kullanan bir şairdir Fiziksel rahatsızlıkları bulunması sebebiyle sancak istememiştir. Sırtındaki kamburundan dolayı içine kapanıktır ve kısa hayatı daima sağlık sorunları ile uğraşmakla geçmiştir. Az sayıda sefere katılmıştır. Şehzade Cihangir'i rahatsızlığından dolayı öz kardeşleri bile dışlamıştır, Şehzade Cihangir'i dışlamayan ve ona öz kardeşlerinden daha çok sevgi gösteren ağabeyi Şehzade Mustafa olmuştur. Şehzade Cihangir ruhen, duygusal bir karakter; fiziksel olarak da zayıf bir yapıya sahip idi. Doğuştan kambur olarak dünyaya gelen Cihangir için babası Sultan Süleyman, cihanı sırtında taşıyan anlamına gelen Cihangir ismini vermiştir. 

Şehzade Cihangir'de öz kardeşlerinden daha çok Şehzade Mustafa'yı sevmiş, Şehzade Mustafa'nın Sultan Süleyman'a isyan etmesi bahane gösterilerek öldürülmesinden sonra aynı yıl Ağabeyinin acısına dayanmayan Şehzade Cihangir Halep'de ölmüştür Venedik kaynakları Cihangir’in ölümü için enteresan bir bilgi aktarırlar. Bu kaynaklara göre henüz 24 yaşında olan şehzâde 28Ağustos 1553’te Halep’te vebadan dolayı ölmüştür. Bu bilgi elimize Venediklilerin senyorlara yazdıkları mektuplarla ulaşmıştır. Bayloslar’ın bazı bilgileri Venedik Senatosu’nun tepkisini çekmemek için gizlediklerini bildiğimizden dolayı bu bilgiler bize güvenilir gelmemektedir. Eğer bu bilgi doğrulanacak olursa, bu hastalığın ilerlemiş olmasında da, Şehzâde Mustafa’nın katlinin Cihangir’de bıraktığı derin tesiri kuvvetle ihtimaldir. İstanbul-Beyoğlu’ndaki Cihangir Mahallesi, bu adını Şehzade Cihangir'den almış bulunmaktadır.

Şehzâde Selim (1524)

İleride babası Kanuni’den sonra tahta çıkacak olan bu şehzâde, Süleyman’ın Hürrem’den olma oğullarındandır. Şehzade Mehmed’in 950’de (1543) Estergon zaferi dolayısıyla yapılan şenlikler sırasında hastalanıp ölmesiyle Hürrem Sultan’ın hayattaki en büyük oğlu olarak anne ve babası nezdinde öne çıktı ve o esnada, giderek tahta aday şehzadelere tahsis edilmeye başlanan Saruhan sancak beyliğiyle Manisa’ya nakledildi. Böylece Kanuni’nin hayatta kalan en büyük oğlu olarak babasının yanında Nahcivan seferine katıldı, uysal hali, mütevazı tavırlarıyla onun takdirini kazandı. Dulkadir bölgesinin muhafazasıyla görevlendirildi. 

Buradan ordu ile Revan ve Nahcivan’a gitti. (11 Kasım 1554) Manisa’ya döndüğünde muhtemelen kendisine taht yolunun artık iyice açıldığına emindi. Bayezid de taht için çarpışmayı göze almış, kardeşi aleyhine birtakım tertiplere girişmiş, hatta ona suikastçılar göndermiştir. Bu bilgilerin ne derece doğru olduğu kestirilememekle birlikte Hürrem Sultan’ın vefatının iki kardeş arasındaki mücadeleyi daha da şiddetlendirdiği kesindir. Kanuni bunun üzerine sancakları sınırdaş olan iki oğlunu birbirinden uzaklaştırdı, Selim’i Konya’ya, Bayezid’i Amasya’ya naklettirdi (1558). Annesi Hürrem’in kardeşi Beyazıt’ı tahta çıkarmak için uğraştığını görünce Beyazıt’ın aleyhinde girişimlerde bulunmuştu. Bunun en güzel örneği Lala Mustafa ya da başka tabiriyle Kara Mustafa Paşa ile anlaşıp, Beyazıt’ı saf dışı bırakmasıydı.






Kanuni’nin Zigetvar kuşatması sırasında öldüğü haberini Sokullu’nun gizli mektupları ile öğrenen Selim, derhal İstanbul’a hareket etmiş ve varır varmaz tahta oturmuştur. II. Selim Osmanlı tarihinde devlet yönetimiyle ilgilenen fakat ordusunun başında sefere gitmeyen ilk padişahtı. Yönetimi kızı Esmehan Sultan’ın kocası olan ve çok başarılı sadrazam olan Sokullu Mehmed Paşa'ya bıraktı. Ayrıca Cülûs bahşişinin ilmiye sınıfına da verilmesi âdetini ilk defa II. Selim çıkarmıştır. 

Selim sağlığının giderek bozulması üzerine vasiyetine hazırlamıştı. Sarayda yeni yaptırdığı hamamda gezerken ayağının kayıp düşmesi, vücudunun bir yanının düşmeden mütevellit kararması, hemen ardından şiddetli bir hummaya tutulması ve mide rahatsızlığı geçirmesi gösterilir. Bir başka rivayete göre içkiye tövbe edip birden bıraktığı için baş dönmesi geçirerek rahatsızlanmıştır. Bazı araştırmacılara göre ölüm sebebi çok fazla koyun sucuğu yedikten sonra üzerine aşırı ölçüde su içmesi, bu yüzden iki defa kalp krizi geçirmesi, tabiplerin ısrarına rağmen kan aldırmaması ve kanın içeride kalıp akciğerine hava gitmemesi olarak açıklanmaktadır.(1574)


Makale yazarı:   SAADET DAĞ

Hiç yorum yok