Timur'un Hindistan Seferi
Hindistan MÖ
7000’li yıllara dayanan kadim tarihi ve zengin kültür mirası ile yüzyıllar
boyunca güçlü kavimlerin ve kahraman komutanların hedefi olmuştur. Hindistan’ı
kendine hedef olarak seçmiş ilk büyük lider ise Büyük İskender’di. MÖ 327
ilkbaharında ordusu ile Hindistan’ı istila etmeye başlamıştı. İskender’in
hedefi ilerleyerek Hint denizinin kıyısına kadar ulaşmaktı. On dokuz ay süren
işgal dönemi, ordusunun büyük çaplı zayiat vermesi sebebiyle sona ermişti.
İskender’in Hindistan seferinden sonra kurulan Ma-urya İmparatorluğu1 uzun bir
süre için Hindistan’ı istilacıların akınlarına karşı korumuşsa da
imparatorluğun yıkılmasıyla Yunanlı istilacılar Kuzey Hindistan’a ulaşarak
yerleşmeyi başarmışlardır. Aynı dönemde “Kuzey Hindistan’a sürülen Sakalar Sind
ovasına yerleşerek Pencab’taki Yunan istilacılarının kurdukları devletleri ortadan
kaldırmışlardı. (MÖ 1. yy)”
Bu dönemden
sonra da Hindistan üzerine düzenlenen seferler devam etmiş ve MS 50’li yıllarda
Kuşanlar Afganistan’dan göç ederek Sakaların hüküm sürdüğü coğrafyaya yani
Kuzey Hindistan’a inmiş ve yaklaşık MS 300’e kadar bu bölgedeki varlıklarını
sürdürmüşlerdir.
Hindistan’a
düzenlenen bu yabancı akınlarından sonra Orta Asya’da güçlenen Türkler de bu
zengin coğrafyaya fetihler düzenlemeye başladı. Gazneliler Devleti
sultanlarından III. Mahmut MS 1001’de ilk Hint seferini yaptı. Toplam on altı
sefer sonucunda Hindistan’daki hâkimiyetini arttırdı. Gaznelilerin düzenlediği
bu akınlardan sonra 12. yüzyılda Hindistan için yapılan çarpışmalar önemli
olaylara neden oldu. 1151 yılında Gaznelilere ait tüm saray ve camiler Gur
Devleti yöneticileri tarafından yok edildi ve 1175 yılında Gurlu Muhammed
Lahor’a çekilmiş olan son Gazneli güçlerini de yendi.
Gurlu Muhammed,
Gaznelilerden farklı olarak Hindistan’ı sadece yağmalamaya gelmemiş aynı
zamanda yönetmeyi de istemişti. Ancak bu hayali gerçekleştirmek çokta kolay
olmadı. Doğu ve Kuzey Hindistan’ın büyük bir bölümünü ele geçirip; yaklaşık bu
uğurda 35 yıl savaştıktan sonra 1205’te İndus yakınlarında öldürüldü.
Gurluların dağılışıyla birlikte bozulan Hindistan siyasi birliği Kutbettin
Ayberg ve İltutmuş’un I. Delhi Sultanlığı dönemini başlatmasıyla tekrar
kuruldu. 1286 yılında Delhi sultanı Balban’ın ölmesiyle de yaklaşık 80 yıl
süren bu dönem de son buldu.3 1320 ve 1338 yılları arasında Hindistan’da hüküm
süren siyasi otoriteye ise Tuğluk Hanedanlığı adı verildi. Bu geçiş dönemini
1398- 1399 yılları arası devam eden Timur’un Hindistan Seferleri takip etti.
Timur’un Hayatı
Timur’un
hayatının ilk yılları ile ilgili fazla bilgimiz yoktur. 1336 yılında, (On İki
Hayvanlı Türk Takvimine göre Sıçan yılında) Keş şehri yakınlarındaki Hoca Ilgar
köyünde doğmuş olup babasının adı Turagay, annesinin adı Tekina hatundu. Özbek
Türkü bir aileden gelen Timur’un babası Turagay, Barlasların lideriydi. Turagay’ın
mütevazı ve dindar biri olduğu, zamanının çoğunu din adamlarıyla geçirip siyasi
işlerle ilgilenmediği bilinirdi. Turagay sadece Barlasların değil bütün Çağatay
ulusunun beyiydi. Etnik kökeni Moğol5 olmadığı için “Han” unvanı yerine “Emir”
unvanını kullanırdı. Timur ise Cengiz Han soyundan gelenlere damat olduğu için
damat anlamına gelen Gürkani unvanına sahipti.
Timur okul
çağına geldiğinde Keş şehrindeki dervişlerin medreselerine devam ederek
İslamiyet hakkındaki bilgilerini arttırmıştı. Timur ile ilgili en çok
tartışılan konuların başında ise dini inancı gelmekteydi. Timur’un gerek dini
hayatı, gerekse hükümdar olarak izlediği dini siyaset göz önünde
bulundurulduğunda onun Sünni mezhebine dâhil olduğu tahmin edilmektedir. Arap
tarihçilerine göre de namaz kılmak, oruç tutmak, zekât ve sadaka vermek, cami
ve medrese yaptırmak gibi İslam dininin gereklerini yerine getiren bir
hükümdardı. Ayrıca o, ulema ve şeyhlere saygıda ve ikramda kusur etmezdi.
Onları herkesten üstün tutar, kendileri sohbet edip, görüşlerini alır ve
nasihatlerini dinlerdi.
Timur’un
kökeni ile ilgili konuda da tarihçiler tam olarak bir görüş birliği içinde
değildirler. Timur’un soyu, torunu Uluğ Bey tarafından, mezarının üzerine
dikilen yeşim taşında kaydedilmiştir. Bu kayıtlarda Cengiz Han ile Timur’un
soyu birleşmektedir. Ancak bazı tarihçiler bu durumun Timur’un kendisi ve
oğulları tarafından oluşturulan çok da gerçeği yansıtmayan bir durum olduğunu
ifade ederler. Ancak Timur’un ilk hanımlarının kökenleri ve kız kardeşlerinin
evlilikleri sonucu meşhur kabilelerin ileri gelenleri ile kurdukları dünürlük
münasebetleri Timur ve ailesinin, aslında toplumun ileri gelenlerinden olduğunu
göstermektedir.
Timur’un
soyu ile ilgili diğer bir değerlendirmede ise Barthold, Timur’un hayatı ve
faaliyetlerinden söz edilmemesini şüphe ile karşılayarak, Arap tarihçisi, İbn
Arabşah’ın tesiri ile Timur’un da tıpkı Cengiz Han gibi, Kazagan’ın ölümünden
sonra baş gösteren karışıklık yıllarında bir eşkıya çetesi reisi sıfatı ile
faaliyet meydanına atıldığını, babası Turagay’ın Meveraünnehr ve
Moğolistan’daki, birçok nüfuslu beyler ile münasebeti olmasına rağmen Kazagan
devri olayları arasında ne Timur’un babası, ne de Timur’un anılmadığını ifade
ediyor.
Çok sayıdaki
siyasi tarih kaydı (zaman zaman birbiriyle çelişen) Timur’un ilk dönem
faaliyetleri ile ilgili bilgilerimizi tam olarak netleştirebilmemize izin
vermez. Ancak dünyanın dört bir yanına yaptığı fetihlerle bir cihan imparatoru
unvanını aldıktan sonraki dönem hakkındaki bilgilerimiz oldukça kapsamlıdır.
Zira tarihi
kayıtlar niteliğindeki ve Timur’un fetih ve iskân politikasını anlatan vakayinamelerin
sayısı bir hayli fazladır. Bu döneminde yazılmış vekayinamelerden10 biri, 1400
yılında kaleme alınan Gıyaseddin Ali-i Yezdi’nin Ruzname-i Gazavat-ı Hin-dustan11
olarak bilinen eseridir. Bu eser Farsça ve Arapça yazılmış olup Timur’un
Semerkand’ı ele geçirmesinden başlayarak Hindistan seferinden dönüşüne kadar
olan tarihe ışık tutmaktadır. Bu eser 1928 yılında Rusçaya çevrildikten sonra
diğer dünya dillerine de çevrilmiştir.
Timur’un Siyasi ve
Askeri Politikası
Bizzat kendi
isteği ile yazılan Zafername’sinde Timur’dan, “Tahta oturmak üzere Allah
tarafından seçilmiş kimse olarak” bahsedilerek kendisinin tanrısal meşruiyete
sahip olduğunu dile getirilmiştir. Bu siyasi bilinç ve anlayış İslamiyet öncesi
Türk devletlerindeki Kutun tanrı tarafından seçilmiş soydan gelen bir kimseye
verildiği inancı ile paralellik göstermektedir. Timur’un siyaset teorisinde
din, devlet, mülk ve milletin bütün sorumluluğu kendisi-ne yüklenmiş ideal bir
hükümdar modeli çizilir. Sonrasında kendi-sinin İslam kurallarının
canlandırılması, İslam’ın korunması ve Müslümanlara yardım edilmesi, adaletin
yayılması ve halkın iyi bir şekilde idare edilmesi gibi konulara değinilir.
Uyguladığı
bu politikayla Timur, 1360’ta Maveraünnehir’de önemli bir üne sahip oldu.
1369’da ise Maveraünnehir’in tek başına hâkimiydi ve Semerkand’a gelerek tahta
çıktı. Yedi yıl süreyle İran hâkimiyeti altında kaldı. Ancak yaptığı seferlerle
Irak’ı ele geçir-meyi başardı. 1371 ve 1379 yıllarında ise Harezm’i kendine
bağladığı gibi Uygurları da kendi hâkimiyeti altına almayı başarmıştı. 1399’daise
Hindistan’ın kuzeyini tamamen ele geçirdi. Bu büyük fatihin askeri yönü ve
yeteneği ile ilgili olarak Arap kaynaklarında şu anlatımlara yer verilir:
“Eşi ve
benzeri görülmeyen bir cesaret ve azme sahip olan Timur, cesur ve kahraman
kimseleri severdi. Heybetli bir kahraman ve büyük bir savaşçıydı. Ölümden asla
korkmaz ve daima ordusunun önünde giderdi. Ansızın bir saldırıya uğradığı
zaman, sanki böyle bir saldırıyı bekliyormuş gibi derhal karşı koyardı. Timur,
harp hilelerini herkesten iyi bilir, düşmanları bu yüz-den kendisinden çok
çekinirdi. Bu özelliği sayesinde en muhkem kale ve şehirleri hemen fetheder, en
güçlü orduları kolaylıkla mağlup ederdi.
800 (
1397-1398) yılında Hindistan seferi sırasında atları, Hint ordusundaki
fillerden ürken ve ordusu yenilmek üzere olan Timur, hemen dehasını konuşturup
üçgen şeklinde, demirden çatallar yaptırıp bunları geceleyin fillerin yolu
üzerine attırır. Sabah olup savaş düzeni alınınca askerlerine geri
çekilmelerini emreder, düşman askerleri onları takibe başlar ve demir
çatalların atıldığı bölgeye gelince bu çatallara basan filler acıdan ürküp
geriye dönerek kendi adamlarını ezerler ve onların yenilmelerine neden olurlar.
Yine Hindistan’daki bir muharebede Timur, adamlarına beş yüz deve yükü kamış
getirtir, içlerine yağ doldurtup fitil yerleştirterek filler yaklaşınca bunları
ateşleyip fillerin üzerine atmalarını emreder ve filler yanan yağların
alevinden ürkerek kaçar, Timur da böylece galip gelir.”
Yaptığı
bütün savaşları kazanan Timur 1400’de Ermenistan ve Gürcistan’ı, 1401- 1402’de
Suriye’yi ve Bağdat’ı zapt etti. 1402’de Osmanlı Hükümdarı Yıldırım Bayezid ile
savaştı. Ankara Savaşı adı verilen bu muharebenin sonucunda Osmanlı Devletinde
12 yıl sürecek Fetret Devri’nin başlamasına neden oldu. Böylece Çin’e ve
Delhi’ye kadar bütün Asya’yı, Irak, Suriye ve İzmir’e kadar Anadolu’nun büyük
bir bölümünü ele geçirdi.
Timur,
1401’e kadar yaptığı dört büyük seferle Irak ve Güney Anadolu’yu, 1398-1399’da
Hindistan’ı, 1401-1402’de Suriye’yi fethedip Ankara Savaşı ile Osmanlı’ya karşı
savaşa girmişti. Onun bu tutumu ne denli büyük bir savaşçı olduğunun
göstergesiydi. “Timur’un askeri kariyerinin dikkate değer yanı sadece fetihleri
değil, aynı zamanda yeni tarzda bir askeri sistem geliştirmesiyle de ilgilidir.
‘Küresel cephanecilik’ sistemi ile seferlerine güç katmayı başarmıştı.
Ordusunda zırhlı süvarilerin yanı sıra hafif bozkır süvarileri de yer alıyordu.
Hindistan seferinden sonra ordusuna kattığı ağır fil birlikleri onun Ankara
Savaşında Osmanlılara karşı zafer kazanmasını kolaylaştırmıştı.”
Timur sefer
düzenleyerek fethettiği topraklarda sadece yöne-time el koymamış bölgelerdeki
siyasi ve kültürel yapının değişme-sine de sebep olmuştur. Timur’un Müslüman
olmayan topraklara saldırı sebebi cihat anlayışından ileri geliyordu. Zira
kendisinin “İslam’ı korumak ve yaymak” için hükümdar olduğunu, İslam inancının
koruyucusu ve şeriatının uygulayıcısı olarak bilinmesinin gerektiğini ifade
ediyordu.
Bu amaçla
Ermeniler ve Gürcüler gibi Hıristiyan toplulukların üzerine ve Moğolistan,
Hindistan ve Çin gibi Müslüman olmayan toplumların üzerine seferler düzenlemişti.
Ancak Suriye ya da Osmanlı gibi Müslüman topraklarına saldırmak16 için de
bahaneleri hep vardı.
Timur’un Hindistan
Seferi
1392 yılında
Sind ırmağına kadar olan topraklar Emirzade Cihangir’in oğlu Pir Muhammed’e
verilerek, şehzadenin yönetimi sağlaması için bu yöreye gönderildiği
bilinmektedir. Beş Yıllık Seferinden dönen Timur, Hoten ve Çin bölgesi için bir
sefer hazır-lığı içindeydi. Hatta sınır boylarına torunu Muhammed Sultan’ı
göndererek hazırlık yapmasını buyurmuştu. Böyle olduğu halde Timur birden bire
fikrini değiştirerek Hindistan üzerine yürümeye karar vermişti.
Timur’ un
Hindistan seferine değin son on yıl içinde Tuğluk Hanedanlığına bağlı Delhi
tahtı yedi kere el değiştirmişti.17 Belki de bu sebeple Timur, daha önce
planladığı Çin seferinin yönünü değiştirerek Hindistan’ın bu iç karışıklığından
yararlanmak istemiş-ti. Ayrıca “Hindistan’dan elde edeceği ganimetlerle daha
sonra yapmayı planladığı seferler için maddi kaynak sağlamayı düşünmüş
olabileceği ise diğer bir ihtimaldi.”
Nihayet
Timur kâfirler ile cihad yapacağını ilan ederek 1398 Mart ayında harekete
geçti. Öncü kuvvet olarak gönderdiği torunu Pir Muhammed, Mayıs ayında Multan’a
girmişti. Ekimde İndus’u geçti. Yolu üzerindeki Kabil bölgesini ele geçirdikten
sonra Pencab ve Sind ırmağını geçip Hindistan’ın ünlü Batnir kalesini
fethet-ti. “Timur Ecveden beldesini ele geçirip himayesi altına aldıktan sonra
Halis Küteli Kalesini de zapt edip Batnir kalesinin üzerine yürüdü. Yaklaşık
iki gün süren yolculuktan sonra iki bin kadar süvarisiyle Batnir Kalesine
ulaştı. Bu kale jeopolitik olarak Hindistan’ın en önemli ve bir o kadar da
güçlü kalelerinden biriydi. Ordunun Sağ kolunda Emir Süleymanşah, Şeyh
Nureddin, Allahdad; sol kolda ise Halil Sultan Bahadır, Şeyh Muhammed İgü Timur
ve diğer emirler bulunuyordu.
İlk olarak
Bend şehrini ele geçirdiler ve Hinduların birçoğunu öldürdükten sonra ganimeti
topladılar. Ancak o gün kaleyi fethe-demediler. Kale kuvvetlerinin direnmesi
üzerine Timur, bulundukları taraftan toprağı kazarak bir delik açmalarını
emretti. Timur’un askeri gücü ve zekâsı karşısında daha fazla direnemeyeceklerini
anlayan Batnir Kalesi racası Dülçin, oğluyla beraber teslim oldu ve Timur’a
içerisinde kıymetli atların da bulunduğu hediyeler gönder-di. Bu durum Timur’un
Batnir kalesini fethettiğinin göstergesiydi.
Timur’un
hâkimiyetini kabul etmek istemeyen bir kısım halk ve başlarındaki asi askerler,
racalarının teslimiyetini kabul etmeyip direnseler de Timur’un emriyle kurulan
mancınıklar kalenin duvarlarında delikler açtı ve muhalifler de teslim olmak
zorunda kaldılar. Bu direniş karşısında hiddetlenen Timur, askerleriyle kaleye
girerek Hindulara ait bütün binaları, malları yakıp yıktı. Her iki taraf-tan da
oldukça fazla sayıda asker ve sivil halk öldü. Sonunda Timur’un ordusu galip
geldi ve nihai hedeflerine ulaşmak için Delhi’ye doğru yola çıktılar. Öncelikle
güzergâhları üzerindeki Kenarei Havzı Ab’a ulaşan Timur ve ordusu, sonrasında
sırasıyla Firuzei Bandegan, Fethabat, Receppur, Ehruni ve Esendi kalelerini ele
geçirerek git gide Delhi’ye yaklaşmıştı.
Delhi’nin
yedi mil kuzey batısındaki Loni kalesini zapt ederek burasını karargâhı haline
getirdiler (10 Aralık 1398). 1398 yılı Ağustos ayında Hindistan seferindeyken
ordusu Andırav’a geldiği zaman putperestlerin ve mecusilerin zulmünden şikâyetçi
olan halk Timur’a gelerek “Biz Müslümanız, buradaki kâfirler bizden bac20 ve
harac21 alıyorlar, vermediğimiz takdirde erkeklerimizi öldürüp kadın ve
çocuklarımızı esir alıyorlar.’ dediler. Bunun üzerine Timur, harekete geçti ve
putperest Hintlilerin sığındıkları kaleyi üç gün boyunca kuşattı.”
Timur’un
1398 yılında Hindistan’a sefer düzenlemesinin altın-da cihat düşüncesinin
yattığı Nizamüddin Şami’nin şu cümlelerinde ifade edilmektedir: “Timur,
Hindistan’ın Delhi, Kenbayt ve diğer bazı bölgelerinde İslam dini yayılıp
sikkelerde kelime-i tevhid yazıldığı halde, Müslüman olmayanların hala bu
bölgelerde varlıklarını sürdürdüğünün haberini almıştı. Bölgede hüküm süren
Müslüman liderlerin de bu Müslüman olmayanlardan sadece vergi almak-la yetinip
onları İslamiyet sevk etmemelerini bir türlü aklına ve mantığına
sığdıramıyordu. Bu memleketleri kâfirlerden temizleme-ye karar vererek
Hindistan seferine çıktı.” Timur, Hindistan seferi sırasında Suvalek dağı
eteklerinde birçok gayrimüslimin toplanmış olduğunu haber alınca, ordunun hemen
oraya gitmesini emretmişti. Mirza Halil Sultan, Şeyh Nureddin ve Süleyman Şah
gibi bazı emirler: “Biz bendelerin onları talan eder cezalarını veririz.
Münasip olan sizin ordugâha teşrif edip istirahat etmenizdir” dediklerinde
dahi, bizzat savaşmak üzere askerlerine katılmıştı. Hindistan seferi sırasından
gerek yolda gerekse Hindistan topraklarında birçok putperest ve ateşperest halk
katledilip esir alınmış, memleketleri yağmalanıp ibadethaneleri tahrip
edilmişti.
Timur 17
Aralık’da Cumna kıyılarında Panşipat ile Delhi arasında Sultan Mahmut Şah ve
veziri tarafından kumanda edilen düşman ordusuyla harbe girdi. Hintlilerin
savaş filleri daha önce Makedon süvarisi İskender de olduğu gibi Timur
süvarilerine de karşılık veremediler. Sağ kolda Emirzade Pir Muhammed Bahadır,
Emirzade Süleymanşah Bahadır ve diğer emirler, sol kolda Emirzade Sultan
Hüseyin Bahadır, Emirzade Halil Sultan Bahadır, Cihan-şah Bahadır ve diğer
emirler bulunuyorlardı. Orduyu öyle bir inti-zama koydular ki dünyanın gözü,
kulağı böyle muazzam ve muntazam bir ordu görmemiş ve işitmemişti. Diğer
tarafta Melikzade Sultan Mahmut, Molu Han ve Hint ordusunun kumandanlarıyla on
bin süvari, yirmi bin piyade, yüz yirmi savaş fili duruyordu. Bunlar köpüren
bir deniz ve boşanan bir bulut gibi silahlarla süslenmiş, fillerin üzerinde
tahtlar konmuş yıldırım yağdıran ve ateş saçan fillerin saflarının yanında
durmuş olduğu halde göründüler. Her filin üzerinde birkaç ok atıcı oturmuştu.
Emir’in ordusu her ne kadar birçok harp saflarını yarmış, birçok tehlikeler
atlatmış ve pek çok harpler görmüş geçirmiş olmakla beraber bu defa dağ gibi
fillerin manzarası karşısında akılları yerinden oynadı. Atlar fillerden çok
korkuyorlardı. Bu esnada Emir Timur sarayın bendelerinden Nasreddin Ömer’e
seccadeyi yere sermesini emretti. Attan inerek binlerce tazarru ve niyaz ile
iki rekât namaz kıldı, tanrıdan fetih ve zafer talebinde bulundu… Emir namazı
bitirerek selam verdi, dua etti… Her iki ordu da dağlar gibi harekete geldi, bu
hareketten yer onların ağırlığını çekemez oldu. Bu taraftan ne filin dişinden,
hor-tumundan ne de kaplanın pençesinden ve timsahın ağzından korkmayan cengâverler
kılıçlarıyla ve mızraklarıyla fili ve sahibini yaradılar, fillerin saflarına
hücum ederek hepsini kılıçlarıyla yerlere serdiler. Emirzade Pir Muhammed
Bahadır bizzat ortaya atılarak filin üzerine bir kılıç indirdi. Sonunda Hint
tarafından Sultan Mahmut ve Molu Han az sayıda askerle kaçmaya yüz tuttular. Muharebe
alanından çıkarak şehre kaçtılar. Timur ise öğle namazında Delhi’ye yetişti.
Timur
Delhi’de on beş gün geçirdi. Hindistan sultanlarının tahtı üzerine oturdu. Yüz
yirmi savaş ya da saray merasim filini önüne getirerek eğlendi; iyi terbiye
edilmiş olan bu filler onun huzurunda yere çöküp başlarını eğdiler ve hepsi
sanki kulluklarını sunar gibi aynı anda bağırdılar. Gitmeden önce Seyid Hızı
Han adında Hintli Müslüman beyine Multan ve Pencab idaresini verdi ki o kişi on
üç sene Delhi sultanı olarak görev yaptı. Timur, Aralık 1398 yılında artık
kuzey Hindistan’ı tamamen ele geçirmiş Müslüman mahalleleri hariç her tarafı yıkıp
yağmalamıştı. Budist ve Hinduların yaşadığı yerler yok edilerek birçok fil ve
ganimetle birlikte 29 Nisan 1399 tarihinde ülkesinin başkenti Semerkand’a
döndü.
Timur’un
yaklaşık bir yıl süren seferinin etkisi ölümüne kadar devam etmişti. Bu süreç
boyunca uzun bir süre Hindistan’da yeni bir devlet güçlenememiş ve vali
görevlerini üstlenmiş idareciler bölgesel yönetimi sağlamıştı. Ancak Timur
hasta düşmüştü. Doktoru Falullah, Timur’a hiç saklamaksızın “Ümit yok.” dedi.
Duru-mu günden güne kötüye gitmekteydi. Rahatsızlığı iyice artınca Emir Şeyh
Nureddin ve Şah Melik’in yanında, Cihangir’in oğlu Pir Muhammed’i kendisine
veliaht olarak tayin etti.
Kaynaklar,
Timur’un ölüm anında da bir Müslümana yakışır şekilde davrandığını ifade
etmektedir. Ölüm döşeğinde doktorların kendisine daha fazla fayda gelmeyeceğini
ve ölümün kaçınılmaz olduğunu anlayan Timur, çadırın dışında Kur’an okumakla
meşgul hafızlar ve din adamlarından Mevlana Heybetullah’ı içeriye çağırarak,
başucunda Kur’an okumasını ve Kelime-i Tevhid getirmesini istemiştir. Kendisi
de Mevlana Heybetullah’ın ardından Kelime-i Tevhid’i birkaç kez tekrarladıktan
sonra vefat etmiştir.
Timur’un 18
Şubat 1405 yılında ölümü, ordugâhta büyük bir üzüntüye ve karışıklığa yol
açmıştı. Yönetimin ileri gelen beyleri Timur’un vasiyetini yerine getirmek için
Mirza Pir Muhammed’e bir haberci göndererek dedesinin ölümü ve kendisinin
veliaht tayin edildiğini, acele olarak Semerkand’a gitmesini bildirmişti. Bu
olaydan sonra Timur Devleti 140 yıl daha varlığını sürdürdü. Zira 1506 yılından
Timur tahtının son varisi Bediüzzaman’dı ve ondan sonra yıllardır varlığını
sürdüren Timur Devleti artık resmen yıkıldı.
Sonuç
Hükümdar
olarak tüm hayatını İslam’a hizmet için harcayan ve devletini idare ederken
İslam dininin emirlerinden asla dışarı çıkmayan Timur, seferlerini ya kâfirlere
karşı cihat amacıyla ya da Müslüman halka eziyet eden Müslüman hükümdarlara
karşı düzenlerdi. 27 İslami esaslara dayanan, halkının tamamının Müslüman
olduğu bir cihan devleti kurmak isteyen Timur, devletinin sınırları-nı
genişletmek ve İslamiyet’i daha geniş coğrafyalara yaymak için savaşmış bir
komutan-devlet adamıydı. Bu uğurda yüzlerce sefer düzenledi.
Hindistan da
bu politika ile sefer düzenlediği topraklardan biriydi. Asıl amacının Hint
genelinde İslam dinini egemen kılarak bu coğrafyada siyasi ve askeri egemenlik
kurmak olduğu açık bir şekil-de bilinmektedir. Delhi’de on beş gün geçiren
Timur, Hindistan sultanlarının egemenliğine son vererek tahtlarını elinden
almayı başarmıştı. Gitmeden önce de Delhi sultanı olarak görev yapması için
Multan ve Pencab idaresini, Seyid Hızı Han adındaki bir Hint-li Müslüman beyine
verdi. Ancak on üç yıl süren bu siyasi egemenlik Timur’un ölümünden sonra sona
erdi. Bu seferin siyasi tarih açısından belki de en önemli sonucu bölgenin
zenginliklerinden haberdar olma fırsatı yakalayan Türk kökenli Orta Asya
kavimlerinin her fırsatta Hindistan’a yönelmiş olmasıdır. Bu durum Kuzey
Hindistan’da yüzyıllar süren Türk-Müslüman devletleri egemenliğini başlatmış
oldu. Böylece bir bölümü Müslüman olan Hint halkı, Türk yöneticilerinin
boyunduruğu altında asırlarca yaşamış ve Timur’un hedefi kendisinden sonra
gelen yöneticiler (torunları) tarafından kısmen gerçekleştirilmişti.
Hiç yorum yok