Yeni

Osmanlı'da Yılbaşı Kutlamaları (Barış ATAGÜN)






Müslüman noel kutlar mı? Kutlamaz mı?
Yılbaşı kutlamak günah mı? Değil mi?

Her yılbaşında aynı kısır tartışmalar belli çevreler tarafından sürekli dillendiriliyor, insanlara yılbaşını kutlamayınız yoksa dinden çıkarsınız tarzında broşürler dağıtılıyor. Bu insanların kimler olduğunu hepimiz biliyoruz. Ne noelin 25 Aralık olduğundan, ne de yılbaşının 31 Aralık’ta kutlandığından haberleri yok. Her cahil gibi her şeyi bildiklerini sanıp aynı tartışmaları tekrar tekrar yapmaktan sıkılmıyorlar.

Ben bu kısır tartışmaya girmeyeceğim. Müslüman yılbaşı kutlar mı kutlamaz mı bu tartışmayla ilgilendirmiyor. İsteyen kutlasın istemeyen kutlamasın. Ben bugüne kadar pek konuşulmayanı anlatacağım. Osmanlı’daki yılbaşı kutlamalarını…

Evet, yanlış okumadınız… Osmanlı zamanında da yılbaşı kutlanıyordu. Tabii ki günümüzde kutlandığı gibi değil… Çünkü Osmanlı döneminde miladi takvim yerine hicri takvim kullanılıyordu ama gerçek olan şu ki yılbaşı kutlamaları Osmanlı döneminde de vardı.  Acaba o dönemde de yılbaşı kutlamak haram diyenler olmuş mudur? Yobazlık her devirde olduğu için mutlaka olmuştur. Neyse yobazları kendi hallerine bırakıp Osmanlı’da yılbaşı nasıl kutlanırdı anlatmaya başlayalım.

Bildiğiniz gibi Osmanlı’nın kullandığı takvim hicri takvimdi. Hicri takvimin birinci ayı ise Muharrem ayıdır. Muharrem ayı İslam’da Ramazan ayı gibi önemli aylardan biridir. Hz. Nuh’un gemisinin Cudi dağına inmesi, Hz. Yunus’un balığın karnından çıkması Muharrem ayında gerçekleşmiştir. Ayrıca Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin Muharrem ayının 10. günü öldürüldüğü için Muharrem demek yas demektir. Aleviler bu yüzden Muharrem ayının ilk 12 gününde yas orucu tutarlar. 12 gün boyunca su içilmez, eğlenilmez, et yenilmez, saç sakal traş edilmez. 12 gün sonunda ise hepimizin bildiği aşure yapılır ve yas orucu biter.

Muharrem ayının dini anlamları dışında önemi hicri takvimin ilk ayı olmasıdır. Bu nedenle Osmanlı döneminde hicri yılbaşı olması nedeniyle Muharrem ayında padişah, ”Muharremiye” adı verilen hediyeler dağıtırlardı. Osmanlı sultanları Muharremiye dışında çeşitli isimlerle tekke ve zaviyelere hediyeler dağıtmışlardır. Bu özel hediyelerden bazılarının isimleri şunlardır: Hırka baha, entâri baha, niyaz, kurbâniye, ramazaniye, ‘îdiye, nevrûziye.

Osmanlı’da yılbaşı ilk ne zaman kutlandı kesin olarak bilmiyoruz ama vakanüvis Ahmet Lütfi efendinin kayıtlarına bakarsak Osmanlı’da ilk yılbaşı Lale devri padişahı 3. Ahmet döneminde kutlanmıştır.  Örneğin 1 Muharrem 1129 (17 Aralık 1716) tarihinde yeni yıl tebriki için şu beyit yazılıdır :

“Yazıldı hame-ı kudretle çarha bu tarih Mübârek ola şâhinşâha Mâh-ı sâl-ı cedîd’ (H.İpekten-M. Özergin, “Sultan Ahmed III. Devri Hâdiselerine Aid Tarih Manzumeleri”, İÜEF.Tarih Dergisi, X/14 1959 s. 138).

Vakanüvis Ahmet Lütfi’nin kaydettiği bazı yıllarla ilgili tarihler şöyledir:
1249 yılında Hoca Ayni efendi yılbaşı için şu beyiti takdim etmiştir :

Ömr-i Hân-ı Mahmûd’u etsin bin sene îzid hemân
Bârekallah bin iki yüz kırk dokuzdur sâlimiz (Ahmed Lûtfî Efendi, Vak’anüvis Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, 4-5, Aktaran Yücel Demirel, İstanbul 1999, s.768)

1251 yılı için Zeynelabidin efendi ise yılbaşında padişaha şu beyiti takdim etmiştir :

“ Hüdâ nev-şâli mes’ûd eyleye Sultan Mahmûd’a”(Ahmed Lûtfî Efendi, Vak’anüvis Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, 4-5, Aktaran Yücel Demirel, İstanbul 1999, s.849)

1263 yılı için Ahmet Lütfi efendinin beyiti şöyledir:

Tarih-i ferâh-fâlini
Nazm eyledi Lütfi kulu
Mes’ud ede nev-sâlini
Abdülmecîd Hân’a Allah (Ahmed Lûtfî Efendi, Vak’anüvis Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, 4-5, Aktaran Yücel Demirel, İstanbul 1999, s.1237)

1271 yılı için ise Ticaret bakanı Mısırlı Kamil Paşa’nın beyiti şöyledir:

Verdi ricâl- gayb haber gûş-ı Kâmil’e
Tarih-i sal oldu fütuhat-ı şamile (Ahmed Lûtfî Efendi, Vak’anüvis Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, 9, Aktaran Yücel Demirel, İstanbul 1999, s.107)



1292 yılı için Babıali Buhari-i Şerif Hocası Müderris İbrahim Refet’in sultan Abdülaziz’e yazdığı kaside

Yukarıda padişaha yazılan yılbaşı beyitler dışında yılbaşında bürokratlar, paşalar ve bazı itibar sahibi sivillerin padişahın gözüne girmek ve ödüllendirilmek için hediyeler verdiği bilinmektedir. Vakanüvis Lütfi Efendi 1249 yılında padişaha yılbaşında hediyeler takdim edildiğini şöyle anlatmaktadır:

“ …beher sene Muharremü’l-haram duhûlünde ba’zı şuarâ li ecli’t-tebrik tevârih-i manzûme takdîmiyle tanzîm-i merâsîm-i ubûdiyyet eyledikleri …”(Ahmed Lûtfî Efendi, Vak’anüvis Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, 4-5, Aktaran Yücel Demirel, İstanbul 1999, s.768).

Kendisine sunulan övgü dolu beyitlere ve hediyelere karşı padişahta kendisini ziyaret edenlere bir miktar para ve çeşitli hediyeler verirdi. İşte padişahın hicri yılbaşlarında dağıttığı bu hediyelere ”Muharremiye” denirdi.

Muharremiye dışında Osmanlı’da çam süsleme geleneği de yüzyıllar boyunca devam etmiştir.  Osmanlı’da Noel ağacının karşılığı nahıldır.  Gelin ve sünnet alaylarında balmumundan hayvan, yemiş, çiçek figürleri, değerli taşlar, altın ve gümüş yapraklar, ipek mendiller ile çam ağaçları süslenirdi. Nahılların biçimi erkeklik gücünü, üzerlerindeki yemişler gelinin doğurganlığını süslemeler ise nahıl sahibinin zenginliğini simgelerdi.



II. Ahmed’in şehzadelerinin sünnet düğününün anlatıldığı aynı zamanda 18. yüzyılın tüm esnaf loncaları ve eğlencelerini de belgeleyen Surname-i Vehbi’de Levni’nin çizdiği nahıllar.

Şimdi bazıları Osmanlı noeli kutlamamış ki diyecek biliyorum. Ben de Osmanlı noelde noel ağacı süslüyordu demiyorum zaten. Çam ağacına anlamlar yükleyerek süsleme geleneğinin Osmanlı dönemine kadar dayandığını anlatıyorum.  Müslümanlıkta çam ağacı süslemek yok diyenler önce Osmanlı’ya baksınlar

Tarihi kaynaklara göre III. Ahmet döneminden sonra Muharrem ayının başında hicri yılbaşı kutlanmaya başlanmıştır. 19. yüzyıla geldiğimizde ise miladi takvime göre de yılbaşı kutlanmıştır.  Çok şaşırtıcı değil mi? Hicri takvim kullanılan bir devlette miladi takvime göre yılbaşı kutlanıyor. Hem de imparatorluğun başkentinde…

1829 yılında İngiliz elçisi Haliç’te büyük bir gemide yılbaşı balosu düzenler ve baloya Osmanlı devlet adamları da davet edilir.  Davet edilen serasker Hüsrev paşa ve beraberindeki devlet adamları sandala binerek gemiye giderler ve sabaha kadar eğlenirler. Ertesi gün kazasker Yahya paşa, Hüsrev paşaya gecenin nasıl olduğunu sorar. Hüsrev paşa,  ”kâfir işiydi ama katılmaya mecbur kaldık işte, çatal bıçak gibi mekruh şeyler de kullandık” diye anlatır ama sultan II. Mahmud’a baloyu öve öve bitiremez. Hatta elmaslı çatal bıçak takımı yaptırarak hediye etmiştir.



Sultan Abdülmecid’in  Sadrazam Koca Hüsrev Mehmed Paşa ve Şeyhülislam Mekkizade Mustafa Asım Efendi’yi hicri yılbaşını kutlaması için huzuruna davet ettiği Hatt-ı Hümayun (4 Mart 1840)

Haliç’teki bu kutlamadan sonra Osmanlı’da özellikle 1853- 1856 yılları arasında İstanbul’daki yabancı askerler yılbaşını yaygınlaştırmışlardır ve her yıl Osmanlı aydınları ve elitleri yılbaşını kutlamışlardır.  Hem de kızlı erkekli… Bakın Ahmet Rasim yılbaşı kutlamalarını nasıl anlatıyor :

 “Evvelleri biz Türkler yılbaşı günlerinde başımızı sokmadığımız yer kalmazdı… Galata, Beyoğlu, kısacası Ortodoks takvimini tutan milletlerin cümlesine kendimizi davet ettirir, sabahlara kadar eğlenirdik. O ne hovardalık rezaleti, ne sefahat gecesi idi! Aşağıda, yukarıda ne kadar genelev varsa, kapılar çekilir, her gazino, kahve, her koltuk (meyhanesi) bir kumarhane. Her sokakta çalgı, saz eğlencesi, çengi, köçek… Her evin odasında bir ziyafet sofrası… Üstünde hindiler, yemişler, rakılar, biralar, etrafında türlü türlü erkekler… Evin birinden çık ötekine gir… Kumarhanenin birinde yutul, ötekinde kazan!… Fuhuşa, sarhoşluğa ait hangi ve kaç türlü vasıta varsa hepsi ayakta, bildiğimiz karnavallar yahut eski Roma’nın satürnalleri burada akşamleyin dirilir sabahleyin can çekişirdi…”  (Ahmet Rasim, “Evvelki Yılbaşılar,” (1926), Muharrir Bu Ya, Ankara 1969, s.249-250)

Refik Halit Karay ise o yıllardaki yılbaşı kutlamalarını şöyle anlatmaktadır:

“Mütareke yılbaşılarına kadar bizler saat alafranga on ikiyi çalarken ışıkların söndürülmesi düzenbazlığını bilmezdik; limandaki vapurların da bu merasime düdük çalarak katılmalarını yine o işgal senelerinde öğrenmiştik.” Bu yılbaşı kentin geleneksel yaşamında da değişimler getirmişti: “Tarihe mim koymamız lazım. Zira şehrin anane ve adetleri o yıldan itibaren sarsılmış, Haliç’in öte yakasındaki Müslüman İstanbul, yine bu tarihte Beyoğlu’na ayak alıştırmış ve nihayet Beyoğlu tarafına göç etmeye başlamıştır. Şişli’nin kesif şekilde Müslümanlaşması da bundan sonradır.” (Refik Halid Karay, “Eski ve Yeni Yılbaşı Geceleri,” Panorama, C.1, No.9 (Ocak 1955) s.4-5).

1902 doğumlu, eski milletvekillerinden Hasene Ilgaz ise yılbaşlarının nasıl geçtiğini şöyle anlatmıştır:

“Bizim neşelendiğimiz, sevindiğimiz günler, dinî bayramlardı. Bizim için yılbaşı diye bir olay yoktu. Yalnız, yılbaşının yaklaştığını, bizden olmayan dostlarımızın, ekalliyetlerin, yılbaşı için yaptığı hazırlıklardan ve evimize gönderilen hediyelerden anlardık. Kabukları renk renk boyanmış yumurtalar, yılbaşı çörekleri, kokular, lavanta çiçekleri, bu gönderilen hediyeler arasındaydı. Bu hediyeleri, ‘bizim bayramımız’ diyerek getirirlerdi. Biz de onlara lokum, yılbaşı tatlısı, gelincik şerbeti gibi ikramlarda bulunurduk.” (“İkincikânun Niçin ve Nasıl Yılbaşı Olmuştur?” Yarımay, No.46, 1 Ocak 1937)
Osmanlı döneminde halk yılbaşını böyle kutluyordu. Peki, sarayda nasıl kutlanıyordu? Bunu öğrenmek için de Refik Halit’e kulak verelim.

“Muharremin birinci günü teşrifata dâhil olan zevat davetname gelmemekle beraber Yıldız Sarayına gider, yüz yüze gelmeden Padişaha tebrikâtını arz ederdi. Bir defa babam beni de önüne katıp götürmüştü. Geniş bir pavyona girdik, içi tebrike gelen çoğu sakallı, pek azı matruş (sakalsız bıyıksız) yüzlü fakat belirgin bıyıklı insanlarla dolu. Herkes bekleme halinde. Nedir bekledikleri? Örendim nihayet; yan taraftan bir kapı açılırdı, redingotlu üç efendi göründü. Arkalarında da bir kaç kişi daha. Bu sonuncuların ellerinde ufacık torbacıklar var. İlk giren üç efendiden biri dolgun vüctlu. Bir noktaya daha dikkat edivermişim: Sırtındaki redingotun içi kürkle kaplı, kenarından görünüyor. O zat konuşmadı; yanındaki zayıf ve silik adam ise bir şeyler mırıldandı. Galiba Hünkârın (Padişah) selâm ve teşekkürünü tebliğ etmişti. Kalabalık uğuldadı. Derken torbalar açıldı. Yaklaşana çil çil birer çeyrek altın dağıtılıyordu. Babam yanaşmadı, tabiatıyla ben de alarga durdum. Merasimden boş çıktık. Dolgun zat başmabeyinci Hacı Ali Paşa imiş zayıfı da adı ile sanı ile Arap İzzet Paşa. Resmî ünvanı şu idi: Karîni Sanîi Hazreti Padişahî.” (Refik Halid Karay, “Eski ve Yeni Yılbaşı Geceleri,” Panorama, C.1, No.9 (Ocak 1955) s.4-5).

Barış ATAGÜN'den ALINTIDIR

Hiç yorum yok